17 Mayıs 2020 Pazar

Ev’den mektup

selam, nasılsın?

sana bu cümleleri karantinamın 66. gününden yazıyorum. henüz ülkemizde tespit edilmiş corona vakası yokken, kendimi eve kapatıp, ''dün çok içtim, para harcadım birkaç gün evde kalarak onun acısını böyle kapatayım'' diyerek düşündüğüm için çok daha uzun zamandır evdeyim. hatta bakkala ya da kapının önünde yürüyüşe bile çıkmadım. çok sıkıldım. zaten insanların yaşamak zorunda olduğu bu yaşam, benim tercih ettiğim yaşamdı. belki de bu yüzden film izlerken, kitap okurken zorlanıyorum. dikkat dağınıklığımı bahane etmemek ve tanıştığım herkese ''benim dikkat eksikliğim var'' diyen yaşıtlarıma dönmemek adına üzerine gidiyorum, okumaya ve izlemeye devam ediyorum. eminim bu hallerimi görseydin, gurur duyardın. yani en azından bir zamanlar, -çok da uzun zaman değil- kesinlikle gururlanırdın. ama artık bunları bile görmek istemediğinin farkındayım.

insan yalnızken, düşünüyor. yani daha fazla düşünüyor. eminim okurken ''keşke bu kadar düşünmesen, bazı şeyleri salmayı bilsen'' diyeceksin. çünkü bana bir keresinde bana bunu demiştin ve ben sana gülümseyerek karşılık vermiştim, bilmiyorum hatırlıyor musun? yoksa beni unuttuğun gibi, yaşadığımız her şeyi unuttun mu? ama olsun, ben hatırlıyorum. her şeyi hatırlıyorum. keşke hiçbir şey hatırlamasam, unutmak ne iyi gelirdi kim bilir. sonuçta unutabildiğin kadar mutlusun bu hayatta, öyle değil mi? patronun tarafından aşağılandığını, sevginin alaya alındığı, saygının küçümsendiği, yaptığın inceliklerinden dolayı kabalaşmak mecburiyetinde hissettiğin o tüm anları düşün. insan, unuttuğu sürece mutlu olabilir. galiba ya hep unutmasını bilen insanları hayatıma aldım ya da her şeyi en ufak ayrıntısına kadar hatırlamak lanetimdi, bilemiyorum. ama insan, yalnız kalınca düşünüyor. daha fazla düşünüyor yani. düşündükçe de kendinde kusur buluyor. beni biliyorsun, kendimde kusur bulmayı çok severim. etrafımdaki insanlara bunu gösteremesem de kendi başıma kaldığımda dünyada olup biten tüm kötülükleri sırtlar, kendimi çarmıha gererim. ama peygamber değilim. bazen hayatımdaki tüm insanların beni bir peygamber olarak gördüğünü ve bu yüzden herhangi bir hata yapabileceğimi, benim de yanlış yapabileceğimi, benim de zaaflarımın olduğunu düşünmüyorlar. ama nihayetinde ben de insanım. ve kusurluyum. kusurlarımdan ibaretim. kendilerini tamamlanmış hisseden ve belki de aslında olmadıkları gibi kendilerini kusursuz göstermeye çalışan bu kalabalık insan topluluğunun aksine kusurlarımın farkındayım.

bu arada senin dediklerini düşündüm. daha doğrusu söylediğin her şey kulağımda yankılanıp durdu. hatta ilginçtir ki, senden sonra bile senin söylediklerini söyleyen o kadar insan oldu ki, bazı şeyleri daha net görebildim. insan, çoğu zaman olduğunu düşündüğü insan olmayabiliyor. yine de senin söylediklerin konusunda sana ne kadar anlayışlıysam, onlara tam tersi bir şekilde davrandım. sana hiç yapamadığım şekilde, onlara karşı acımasız ve sert oldum. hepsinden vazgeçip, her şeyi reddettim. kim bilir belki de şu an kendimi bu kadar güçsüz hissediyor olmamın nedeni bunu yapamıyor olmamdır. şimdi düşünüyorum da sana hak veriyorum ve sana kızmıyorum. sorun bendim, olduğum kişiydi. keşke başka biri olabilseydim. ama ben sadece kendim olabiliyorum. bu yüzden üzgünüm. beni bilirsin, mağlubiyetlerin hepsini kendim üstlenirim. şimdi mazimdeki -evet, artık biz de bir maziye döndük- bu mağlubiyete baktığımda bunu üstleniyorum. bir sahanın ortasına doğru yürüyorum, hayatımdaki tüm insanları tribünlere oturtturuyorum ve bu mağlubiyet için beni yuhlamalarını bekliyorum. ne güzel ki, sen bunu hiçbir zaman yaşamayacaksın. çünkü her zaman bahanelerin olacak, hayatın böyle olduğunu ya da kavramları yanlış anlamanın verdiği büyük bir küstahlıkla kendinin böyle biri olduğunu söyleyerek sorumluluk almayacak, kendini hiçbir şey için suçlamayacaksın. yerinde olmayı o kadar çok isterdim ki, sana anlatamam.

bir şeyler üretip üretmediğimi merak ediyorsan eğer hiçbir şey üretmedim. çok şeyin peşine koştum ama aslında koşuyormuşum gibi yaptım. kafamda kaldı, harekete hiç geçmedim. sinema ya da edebiyat, bir şekilde gördüğün ve arzuladığın çok güzel bir kadın gibi gelmeye başladı. uzaktan bakıyorum ve asla onlara sahip olamayacağımı düşünüyorum. bir noktadan sonra da benim için anlamlarını yitiriyorlar, anlamsızlaşıyorlar. özellikle onlara bir şekilde sahip olmayı başarmış diğer insanlara bakınca daha da anlamını kaybediyorlar. artık, onlara sahip olanları -kadınları değil, sanatı kast ediyorum- yani sanatçıları artık büyütmüyorum kafamda. bir zamanlar -özellikle seninle olduğum günlerde- onların çok önemli şeyler söylediğini düşünürdüm. ama şimdi aslında onların da sandığım kişiler olmadığını anlamaya başladım. bu büyük bir hayal kırıklığı oldu. bilmiyorum bazen düşünüyorum. onların yanına sokulsaydım ve bu kadar utangaç biri olmak yerine onlardan bir şeyler beklemeyi tercih eden biri olsaydım, yani bir şekilde her zaman dahil olmak istediğin o sanat çevresinin bir parçası olsaydım -öyle göründüğüme bakma aslında hep kaçtım, bunu en iyi sen biliyorsun- o zaman kafandaki o sanatçı olur muydum? bazen düşünüyorum, keşke bir şeyler üretebilseydim. sen de benimle gurur duysaydın. bir şey üretemeyecek kadar kibirli biri olduğumu söylemek yerine benimle gurur duysaydın. ben de kendimi bir bokmuş gibi hissedebilseydim. ama biliyorsun ki, ben aslında bunlara hiç önem vermedim. çünkü bu kadar büyütmedim, üzerine gitmedim, çalışmadım. hep bir rahatlık vardı, kasmadım. her zaman bir şeyler üretmek istediğimi söyleyip, neden kafamdakini üretemediğimi anlatmayı tercih ettim. sana en çok benzediğim nokta buydu. çünkü sen de her zaman kendini anlatamadığını, kendini anlatma çabana tercih ettin. ama seni suçlamıyorum. ben, kendim kalarak yalnızlığı seçmiştim. sen ise bir başkası gibi davranarak kalabalığın bir parçası olmayı. en az yaptığın proje maketleri kadar yapay, en az oynadığın monopoly oyunundaki paralar kadar sahte ve en az muhabbetleri kadar sığ olan bir kalabalığın parçası olmayı istedin. seni artık suçlamıyorum, hatta anlıyorum. sen şikayet edip durduğun o kalabalığın bir parçasısın, beni seni oradan kurtaracak ve zaman zaman hak ettiğin düşündüğün o hayatı sana verecek biri olarak gördün. ama oradan uzaklaştığında aslında o kalabalığı ne kadar özlediğini fark ettin. seni anlıyorum. seni her zaman anladığımı biliyorsun. nedense hayatımdaki herkes, benim onları anlayacağımı biliyor ve beni anlamak yerine ben tarafından anlaşılmayı bekliyorlar.

yine çok uzattım üzgünüm. insan yalnızken ve karantinadayken çok şey düşünüyor ve söylemek istedikleri şey birikiyor. ve insan sanırım bu süreçte özleyecek çok şey buluyor. benim özleyecek çok şeyim olmadığı için kendimi iyi hissediyorum. seni özledim. bu Özlem büyüdükçe, seni unutturmasını istediğim her şey, bana seni daha çok hatırlattı. tıpkı kendimden uzaklaştıkça, sana daha çok yakınlaşmam gibi. ama bilmiyorum, belki de böylesi daha iyidir. artık küçük şımarık bir çocuk olmaktan böylelikle kurtulabilirim. ya da sonsuza dek böyle biri olarak kalabilirim. yine de her şeye rağmen, seni özlediğimi bilmeni istiyorum. zaman zaman, hatta yalnız kaldığında ya da yanındaki insanların sana gerçekten değer vermediğinde, gerçekten sevilmediğini anladığın ilk anda beni hatırlayacağını, beni özlediğini fark edeceğini düşünüyorum. biliyorsun ki, genelde haklı çıkarım. beni sevdiğini halen biliyorum. bunu bilmek acı veriyor. birbirimize yaptığımız bunca şeye rağmen, halen bundan bahsedebilmek çok tuhaf. yine de sana nereden ve nasıl ulaştırabileceğimi bilmediğim bu mektubu bir şekilde okuyacağını düşündüğüm bir yerden yolluyorum. umarım halen bana parlayan gözlerle bakıyorsundur ve yazdığım her şeyi hiç bıkmadan okuduğun gibi bunu da okumak istersin. çünkü sen bana bir şey yazmış olsaydın, yazdığın her kelimenin anlamına bakar, yazdıklarını öyle okurdum.

ben, geri dönmek istediğin her an seni bekleyecek olan evinim. biliyorsun ki, evin anlamı budur. her zaman seni bekler ve sen geri döneceğini bilirsin. neticede eninde sonunda tüm yollar eve çıkar.

sevgilerimle,
ev.
sıradan bir ev değil, senin evin. halen, senin evin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder