1 Aralık 2019 Pazar

Kadın yönetmenlerin yönettiği en sevdiğim 30 film

Indiewire'ın 'Kadın yönetmenlerin çektiği 100 film' listesinin ardından sosyal medyada kadınların yönettiği filmler seçkisi paylaşılmaya başlandı.

Ben de kadın eli değmiş, sevdiğim 30 filmi yazdım:

1-) Lost in Translation / Sofia Coppola
2-) You Were Never Really Here / Lynne Ramsay
3-) Toni Erdmann / Maren Ade
4-) Raw / Julia Ducournau
5-) American Honey / Andrea Arnold
6-) A Girl Walks Home Alone at Night / Ana Lily Amirpour
7-) American Psycho / Mary Harron
8) Lady Bird / Greta Gerwig
9-) We Need to Talk About Kevin / Lynne Ramsay
10-) The Piano / Jane Campion
11-) Virgin Suicides / Sofia Coppola
12-) Persepolis / Marjane Satrapi
13-) Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku / Çiğdem Vitrinel
14-) The Lure / Agnieszka Smoczynska
15-) Kaygı / Ceylan Özçelik
16-) İşe Yarar Bir Şey / Pelin Esmer
17-) The Beguiled / Sofia Coppola
18-) Mustang / Deniz Gamze Ergüven
19-) Frozen / Jennifer Lee
20-) High Life / Claire Denis
21-) The Party / Sally Potter
22-) Madeline's Madeline / Josephine Decker
23-) Thirteen / Catherine Hardwicke
24-) Boys Don’t Cry / Jamie Babbit
25-) Sukkar banat / Nadine Labaki
26-) The Love Witch / Anna Biller
27-) Çekmeköy Underground / Aysim Türkmen
28-) Somewhere / Sofia Coppola
29-) Holiday / Isabella Eklöf
30-) The To Do List / Maggie Carey

27 Eylül 2019 Cuma

Benim filmlerim, benim kitaplarım, benim dizilerim

Uzun süredir yapmak istediğim bir şeyi yaparak sevdiğim filmlerden ve kitaplardan bahsetmek istiyorum. Tabii ki o kadar çok seçeneğim vardı ki, hangisini yazmalıyım karar veremedim ancak yine de izlerken kendimi bulduğum, kendime bir karaktere ya da anlatılan hikayeye yakın hissettiğim film ve kitapları sizler için derlemeye çalıştım.

Tüm bunları yapmak yani bir insanın sizlere sevdiği filmleri, kitapları paylaşması kendini size açması demektir. Ben de sevdiğim filmleri ve kitapları sizlerle paylaşarak bunu yapıyorum. Kendimi açıyorum. Kim bilir belki de beni anlamanız için ya da daha iyi anlaşılmak için..

FİLM 

1-) OSLO, 31 AĞUSTOS
Beni tanıyan herkesin bildiği gibi en sevdiğim film, kesinlikle bu film. Bağımlı Anders'in intihar etmeden önceki son gününü anlatan bu filmde, belki de bu filmi izleyen çoğu insan gibi kendi hayatıma, kendi hislerime yakın bir hikaye bulduğum ve karakterle kendimi özdeştirdiğimi söyleyebilirim. Bir şekilde bağımlılığının ardından kendisine yeni hayat kurabilmek her şeye yeniden başlayabilmek isteyen Anders, eski hayatına geri döndüğü zaman aradığı motivasyonu, ilgiyi, şefkati, huzuru göremeyip tam aksine insanlarla kendisi arasında görünmeyen müthiş bir duvarı fark edip, insanların o sahteliği, kendilerini avutma çabalarının farkında olmasını görmesiyle belki de artık sabah uyanmak için aradığı motivasyonu, enerjiyi ve herhangi bir güçlü duyguyu hissedememesi ile ölmeyi tercih ediyor. "Kimsenin bana ihtiyacı yok gerçekten" dediği bir cümleyi sizlerle bırakıyorum. Beni her hatırlamak istediğinizde bu filmi izleyiniz! 


2- LE FEU FOLLET 
Listenin ilk sırasındaki "Oslo 31 Ağustos" adlı filmin uyarlandığı kitaptan uyarlanan bu film hayatımın filmlerinde ikinci sırada yer alıyor. Beni en iyi anlattığını düşündüğüm kitabı hiç okuyamayacak olmak beni üzse de en azından bu filmleri izlediğim için mutluyum. Filmin ana karakterimiz olan Alain, dünyaya ve o dünyadaki insanlara temas edemeyen, dokunamayan, sahtenin ve gösterişin ardındaki yalnız ve gösterişten uzak bir insandır. Hayattan zevk almayan, hayatı hissedemeyen ve bu yüzden hayata karışabilmek insanlara da dokunamayan Alain, en sonunda kendini öldürmeyi tercih eder. Etrafındaki kadınlardan biri onu "seni en büyük düşmanınla baş başa bırakıyorum, kendinle" diyerek terk etmiş. Bir kadın da "sen korkak değil, mutsuzsun" diyerek onu tanımlamıştır. "kendimi öldürüyorum çünkü beni sevmediniz. çünkü sizleri sevmedim. çünkü bağlarımız çok gevşekti. bağlarımız güçlensin diye kendimi öldürüyorum. sizi silinmez bir lekeyle baş başa bırakıyorum." hem filmi hem hayatı en iyi özetleyen replikler sanırım. 

3- SHAME
Bu filmi izlediğim dönemde müthiş bir yakınlık kurmuştum. Seks bağımlısı bir erkeği anlatması bile belki de bu filmin bu listede olması için bir nedendi ama filmin anlattıkları gerçekten bu filmin burada olmasını zorunlu kıldı. Modern hayat olarak adlandırılan kandırmacanın arasında sıkışmış olan kahramanımız, bu yapaylıktan sahtelikten sıkılır ve gerçek bir şey bulamaz. Maneviyat olarak kendisini çok yalnız ve kimsesiz hissetmektedir. Bu hislerini sadece belki de düşünmemek belki de kim olduğunu unutmak için sadece sevişerek, seks yaparak giderebiliyor. Ve aslında bu da onun hayatta kalma çabasıyken, bir süre sonra müthiş bir utanca dönüşüyor. "seni mide bulandırıcı buluyorum. seni acınası buluyorum." cümlesini bile kendisine söylenmiş olarak algılayıp, irkilip, kendine gelmesi bile bu filmle yakınlık kurmamla alakalı..

4-) CANDY
Bir amatör şair ve güzeller güzeli bir ressam. Her şey çok güzel başlıyor. Cennet, burası. Ama daha sonra işler kötüye gitmeye başlıyor. İlişkinin en başındaki o insanlar gidiyor, yerlerini birbirlerini sevmelerine rağmen anlaşamayan, iletişim kuramayan ve kavga edip duran, birbirinden uzaklaşan çifte dönüşüyorlar. İşte bu da yeryüzü. Ve Candy yani ressam olan güzeller güzeli kadın kendisini yıpratan bu ilişkinin ve tabii ki uyuşturucunun izleri yüzünden kendini rehabilitasyon merkezinde buluyor. Şairimiz ise bir daha onunla olamayacağının bilincinde olarak, onu ve onunla birlikte geçirdiği güzel günleri düşünmek zorunda kalıyor. İşte burası da cehennem. Tabii ki tam olarak film böyle değil, arada uyuşturucu vs. başka olaylar da var. Ancak ben olaya böyle bakmak istedim. ''amacım candy'nin hayatını mahvetmek değildi, ben sadece kendiminkini kurtarmaya çalışıyordum..'' cümlesi bazı şeyleri o kadar güzel anlatıyor ki..

5- LOVE
Evet herkesin hayatının filmi vardır. Sanırım benim hayatımın filmi de bu. Aslında bu filmi izlerken böyle bir ilişki yaşamamıştım ancak daha sonra yaşadığım bir ilişkinin ardından bu filmin bendeki yeri daha da büyüdü, daha da çok sevdim. Bilemiyorum belki de hayatımın filminin olmasının nedeni benzer bir ilişki yaşamış olmam olabilir. Ya da filmdeki Murpy karakterine belki de listedeki çoğu filmin karakteri gibi kendime benzetmiş olmamdır diye düşünüyorum. Öncelikle bence bir ilişkiyi çok güzel ele aldığını, aşkı da, tutkuyu da, kıskançlığı, kavgayı, bir ilişkide olabilecek her şeyi çok güzel anlattığını söyleyebilirim. Kaybettiği kadını hatırlamasını ve onun artık sadece anılardan ibaret olması falan müthiş etkileyici. Etkilenmiştim. Aynı zamanda erotizmi bu kadar güzel barındırmasını çok kıskanmıştım. Aynı hayat gibi, ne fazla ne eksik! Sadece daha estetik... 

6- BLUE VALENTINE
Hayatımda izlediğim en gerçek aşk filmi. Baskıcı bir ailede yaşayan ve belki de bu yüzden özgürlüğe farklı anlamlar yükleyerek hatalı ilişkiler yaşayan güzel bir kadın bir gün kendi hayatıyla herhangi ortak noktası olmayan tamamen tesadüf eseri bir yabancıyla tanışır. Müzik yapmak isteyen, potansiyelli olan bu serseri kıza ilk görüşte aşık olur ve kadının da kendisini sevmesini bir şekilde sağlar. Kadın bir şekilde hayatına girmek isteyen bu adama karşılık vermeden edemez. Üstelik kadın hamiledir ama adam bunu sorun etmez, çocuğu doğurmasını ve ona bakacağını söyler. Kadınla evlenir. Kendi hayatından vazgeçer ve bir anda kendini hiç planlamadığı bir şekilde birinin kocası bir çocuğun babası olarak bulur. Ancak bundan şikayet etmez. Ama filmin kopuk kopuk anlattığı hikayede görürüz ki, bu çift zamanla iletişim kuramaz, kadın en ufak olayda erkeğe yüklenir ve erkek anlık öfkelerinin yarattığı öfke patlamaları dışında kadının hayatında kalabilmek için çabalar. Ama kadın, artık bu durumdan, belki de yaşadığı bu hayattan çok sıkılmıştır. Ve kadın, adamı terk eder. Adam ise belki de yaptığı bu kadar fedakarlığın, sevgisinin, uğruna değiştirdiği hayatın altında ezilerek, devam etmek ister. "Nasıl biri olmamı istiyorsan o olurum", "en kötü günümde yanımda olacağına söz vermiştin. Bunu sen demiştin. Ve bu benim kötü günüm" diyerek içinde bulunduğu durumu anlamasını ister. Ama ne yaparsa, ne ederse artık bu ilişkiyi kurtaramayacaktır.

7 - LA LA LAND
Müzikal filmleri sevmem. Nedendir bilinmez ama sevmem. Daha gerçek hikayeler, daha hayattan hikayeler hoşuma gider. Ancak bu filmi çok sevdim. Ryan Gossling belki de bu yüzden sinemadaki avatarım olabilecek en yakın isim, her ne kadar onun kadar yakışıklı olmasam da. Yine müzik en büyük tutkusu olan büyük potansiyelli bir karakteri oynuyor ve hayatına bir kadın girdiğinde de kendi prensiplerinden vazgeçip sırf onun hayalleri için ona hak ettiğini düşündüğü bir hayat için kendi hayatından vazgeçiyor. Ancak kadın daha sonra oyuncu olabilmek adına adamı terk ediyor. Filmin sonunda adam kendi yapmak istediği yapıp yalnız bir şekilde, kadın ise bir başkasıyla evli ve oyuncu olmayı başarmış ancak müthiş bir mutsuzluk içinde. Her ikisinin de birbirini görüp selam vermeleri müthiş..

8- BUFFALO 66 
Vincent Gallo! Müthiş bir adam. Bu filmin yönetmenliğini, senaristliğini ve başrolünü üstleniyor. Bir diğer filmi olan "The Brown Bunny" filmini de seçebilirdim. Oradaki karakteri de çok kendime benzetmiş ve filmi de sevmiştim. Orada bir yolculukta olan adamı anlatıyordu. Eski sevgilisini arıyordu. Daha sonra anlıyorduk ki sevgilisinin kendisini aldattığını düşünmüş ama meğerse ona tecavüz etmişler. Ve filmin son sahnesinde ölen sevgilisinin kendisine oral seks yapmasıyla film bitiyordu. Çok az diyalog vardı. Sevmiştim. Ama bu filmi tercih ettim. Buradaki karakterimiz hapishaneden çıkar ve tesadüfen bir kadından yardım ister. Ailesine olmadığı biriymiş gibi gözükmek istiyordur, buna yardımcı olmasını ister. Hikaye böyle başlar. Film boyunca onaylanma ve sevilmeye ihtiyacı olduğunu fark ettiğimiz karakterin ailesini tanıdıkça onun hissettiği yetersizlik ve beceriksizlik hissini anlamamız mümkün olur. Ancak rastgele tanıdığı bu kadın, öfkeli-kızgın ve dengesiz tavırları için bir başka yol olduğunu ona söyleyecektir. Belki de onun yanında ilk kez kendimi sevilmiş, tamamlanmış hissediyordur.

9- MAKAS ELLER
Tim Burton'un en iyi iki filminden biri olduğunu düşündüğüm bu filmi, listenin genel havasından kurtarması için eklediğimi söyleyebilirim. Yönetmenin kendi otobiyografisini adeta Kafka'nın Dönüşüm kitabı gibi müthiş bir yaratıcılıkla anlattığı bu filmi ilk izlediğimden beri kendime yakın buldum ve çok sevdim. Kaldı ki o zaman ortaokul öğrencisiydim. İnsan olmayan ana karakterimizi insanlardan uzak duran, asosyal biri olarak hayal edelim. Eğer bunu yaparsanız filme bakış açınız değişecek. En azından benim için öyle olmuştu. Tutunamayanlar'da Selim Işık neyse, yazarlardan Kafka neyse bu film ve bu karakter o'dur benim için. Ya onlar gibi olursun ya da böyle olur. Tam bu filmdeki gibi!

10- TAXI DRIVER
Bu filmi seviyorum. Travis belki de çoğu insan gibi benden izler taşıyan, ona dönüşmemek ve onun gibi olmamak adına kendi içinde yer yer savaşlar verdiğim bir karakter. Neyini seviyorum pek bilmiyorum ama bütün olarak sevdiğimi söyleyebilirim. Filmdeki duygu aşina olduğum bir duygu, belki de budur. Aynı zamanda Travis gibi yalnızdım hayatımda. Yalnızlık beni her yerde izlemişti. Her şeyin sorumlusu da bu yalnızlık hissi değil mi zaten? Ah Travis, ah kendim..

Hayatımda en çok sevdiğim olan FIGHT CLUB, Aydın karakteriyle birnevi ister istemez kendimi daha doğrusu ileride olmak istediğim insanı gördüğüm KIŞ UYKUSU, çok sevdiğim Xavier Dolan'ın en sevdiğim filmi olan MOMMY ve beni anlattığını düşündüğüm ALT TARAFI DÜNYANIN SONU, ortaokulda izledikten sonra çok sevdiğim filmlerin başında gelen MASUMİYET, kendime yakın bulduğum ve başrol oyuncusunu çok sevdiğim YERALTI ve bu iki filmin bir iki tık altında sevdiğim KADER filmi, çok sevdiğim THE DREAMERS, Türk sinemasının en iyi filmi olduğunu düşündüğüm SEVMEK ZAMANI ya da Türk sinemasında en çok sevdiğim film olan HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK, çocukluğumda oyunculuk hevesini kursağıma sokan Fatih Akın'ın filmi DUVARA KARŞI, en sevdiğim romanlardan bir tanesi olan Çavdar Tarlası Çocukları'ndan uyarlandığını düşündüğüm aslında sinema anlamında kötü olsa da çok sevdiğim kendi hayatıma çok yakın bulduğum, baba çatışması, kardeşine olan düşkünlüğü ve hayatındaki kadına olan bakışıyla benzer noktalarımız olan REMEMBER ME filmi, benim sanatsal anlamdaki gelgitlerimin daha ilerisini anlatan BIRDMAN filminin ya da belki de kendisini değersiz hissetme konusunda yakınlık kurduğum ANGEL-A filmi bu listede olabilirdi. Özellikle Bergman ya da Godard'ın tüm filmleri. Ya da çoğu film. Ama bunları yazdım!

KİTAP
1-) TUTUNAMAYANLAR (Oğuz Atay)
2-) YABANCI (Albert Camus)
3-) BULANTI (Jean-Paul Sartre)
4-) HUZURSUZLUĞUN KİTABI (Fernando Pessoa)
5-) YERALTINDAN NOTLAR (Dostoyevski)
6-) DÖNÜŞÜM (Kafka)
7-) AYLAK ADAM (Yusuf Atılgan)
8-) TIKANMA (Chuck Palahniuk)
9-) BEYAZ GECELER (Dostoyevski)
10-) İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN (Sabahattin Ali)
Ekstra: Genç Werther'in Acıları (Goethe), Lüzumsuz Adam (Sait Faik), Çavdar Tarlasında Çocuklar (Salinger)

Öte yandan sevdiğim bazı yazarlar: Rimbaud, Charles Baudelaire, Turgut Uyar, Cahit Zarifoğlu, Furuğ Ferruhzad, Henry Miller, Cioran, Kierkegaard.(Daha milyonlarca var neredeyse ama yazarken canım sıkıldı)
*Dostoyevski gelmiş geçmiş gelebilecek en büyük yazar olduğu için tüm kitaplarını çok beğenirim. Onun dışında en sevdiğim yazarlar Oğuz Atay, Camus, Kafka ve Pessoa'dır. Rimbaud ve Sartre için Fransızca öğrenmek istemiştim. Emrah Serbes'in nitelik veya entelektüel kaygısına girmem sadece severim. Mahir Ünsal Eriş, Ali Lidar, Barış Bıçakçı, Hakan Günday severim. Orhan Pamuk'a pek inanmam ama Kara Kitap diye bir şey var.

DİZİ
1-) Californication 
2-) Six Feet Under
3-) BoJack Horseman


12 Eylül 2019 Perşembe

İzli-Yorum (1: Midsommar, Why are we Creative, Euphoria, Sharp Object, The Kidergarten Teacher, Uçurtmayı Vurmasınlar, Teyzem, Sweet Smell of Success)

Belli aralıklarla izlediğim filmleri ve dizileri burada yorumlayacağım.


Midsommar: Hereditary filminin yönetmeni Ari Aster'ın ikinci filmi olan bu filmi için sinema salonuna koşarak izledim. Sevenin de sevmeyenin de çok olduğu bu filmi merak ediyordum. Ben bu filmi seven tarafta olduğumu söyleyebilirim. Korkudan ziyade izleyende oluşturduğu huzursuzluğu daha çok sevdim. Çok fazla detay olduğunu ve çok fazla göndermelerin var olduğunu söyleyebilirim. Sevişme sahnesi (ağlama) gibi çok etkileyici ve çok sevdiğim sahneler vardı. Sinemada izlediğim için çok mutlu oldum. Lady Macbeth rolünde müthiş iş çıkaran Florence Pugh bir kez daha büyülüyor. (8/10)

Sharp Objects: Bir roman uyarlaması olan ve başrolünde Amy Adams gibi müthişliği barındıran bu diziyi hem sevdiğimi hem de sevmediğimi söyleyebilirim. Öncelikle 8 bölümlük bu dizinin, yine zaman zaman müthiş bir sıkıcılığa dönüştüğünü, uzadıkça uzadığını, yavaş ve ağır temposunun hiçbir şey vermediğini söylemek mümkün. Küçük ve kendi halinde işlenen bir cinayet üzerinden ilerleyen diğer yapımlardaki klişeleri içinde barındıran, bazı karakterlerinin karakterden daha ziyade klişe tip olduğunu görmek dizinin eksilerinden biri. Hikayenin içine girmek biraz zor ama bunu başarırsanız merak ettiren, tüm sıkıcılığına rağmen sizi geren, "ne olacak acaba?" diye soru sormanıza yol açacak bir dizi. Olan her şey son iki bölümde oluyor. Sürpriz finali benim adıma pek sürpriz olmadı. Çekimleri, kurgusu ise oldukça iyi. (7/10)

The Kidergarten Teacher:
 Bu filmi aslında bir festivalde izlemiştim ve iyi film olup olmadığıyla ilgili çok kararsız kalmıştım. Geçenlerde televizyonda denk gelince Ferya ile izlerken daha dikkatli olmaya çalıştım. Öncelikle Maggie Gyllenhaal müthiş bir oyuncu ve bu filmde de oldukça etkileyici hatta kusursuz. Yetenek ve yetenek üzerinden toplum eleştirisi olduğu kadar, insanın olduğu kişiden tatmin olmayıp, olduğu kişi olmak istememesi gibi bazı konuları da ele aldığını düşündüğüm ancak yine de senaryodaki bazı tutarsızlıklar, gerçek dışı olarak algıladığım bazı durumlar ve filmin yaşadığı kopukluklarla çok da iyi film olmadığını düşündüğüm kötü olmayan bir film. Maggie'nin oyunculuğunu, final sahnesini ve çocuk oyuncunun performansını çok sevdiğimi söyleyebilirim. (7/10)

Uçurtmayi Vurmasinlar:
 Her ne kadar filmin yönetmeni Tunç Başaran'ın şimdilerde filmin politik olmadığını söyleyerek hepimizi düşünmeye ittiği bu politik filmini televizyonda denk gelince Ferya ile bir kez daha izledim. Oldukça basit bir konunun ve senaryonun ürünü olan bu film yine de insanın duygularına dokunan çok sevdiğim ve Türkiye sineması için yönetmenine rağmen çok önemli, çok iyi bir film olduğunu düşünüyorum. Herhalde "İnci" kelimesi bu kadar güzel telaffuz edilemez. Çocukken izlediğim duygularla hatta daha yoğun bir şekilde izlemem filmi daha önemli kıldı. Filmin sonunda Ferya'nın ağladığını söyleyeyim. Ben çok seviyorum bu filmi evet. (9/10)

Teyzem: Çok sıkı bir Müjde Ar hayranı olarak, bu filmi çok sevdiğimi söyleyebilirim. Ve Ferya ile televizyonda denk gelince onun da izlemesini istedim. Oldukça iç karartıcı bir film. Bunu bu kadar iyi yapabildiği için de oldukça iyi film. Kendisine yazılan kaderi kabul etmeyen, kendi kaderini kendi yazmak isteyen bir kadının hikayesi. Türkiye sinemasının en güzel işlerinden biri olan bu filmde Müjde Ar başta olmak üzere Yaşar Alptekin hariç tüm oyunculuklar o kadar iyidir ki.. En sevdiğim yerli filmlerden bir tanesidir. (8/10)

Sweet Smell of Success: İzmir'deki film gecelerimizin birinde Özge'nin önerisiyle izlediğimiz 1957 yapımlı bu filmi oldukça başarılı bulup, sevdiğimi söyleyebilirim. Dönemini düşündüğümüzde filmin görüntülerinin oldukça iyi olduğunu hatta dönemini hiçe saydığımızda bile filmin görüntülerini çok başarılı bulduğumu söyleyebilirim. Oldukça başarılı senaryo, çok iyi diyaloglar, kuvvetli çatışma, güçlü karakterler ve zamanın ruhunu çok iyi yansıtabilmiş bir film. Filme eşlik eden caz müziğinin de büyüsü de filmin artılarından bir tanesi. Gazetecilik okuyan hatta iletişim fakültesinde eğitim alan herkesin izlemesi gerektiğini düşünüyorum. Medya eleştirisi çok iyi ve çok yüksek. Yozlaşmış dünyaları konu alan çok başarılı bulduğum ve sevdiğim siyah beyaz olmasıyla da etkilendiğim film. (7/10)

Euphoria: Zendaya'nın başrolünde olduğu 8 bölümden oluşan bu diziyi Ferya kadar sevmemiş olsam da beğendiğimi söyleyebilirim. Kendi içimde bulunduğum jenerasyonu çok iyi tanıyan ve bizim neslin sorunlarını iyi ele alan bir dizi. Uyuşturucu, seks, sosyal medya, ilişkiler gibi birçok kavram hakkında iyi bir izlenim veriyor. Ancak dizinin bölümleri bana göre oldukça gereksiz uzun ve çoğu zaman sıkıcı olabiliyor. Ancak duygu geçişlerini ve hikayedeki (sahnenin) duygularını çok iyi yansıtmışlar. Ses ile müzik kullanımı oldukça güçlü, oldukça etkileyici. Özellikle 8. bölümün bu anlamda müthiş bir iş olduğunu düşünüyorum. Görsel anlamda da baya başarılı. Renk kullanımı da özellikle. (7/10)

Why Are We Creative: Kız arkadaşım Ferya'nın izlemek istemesiyle Bein Connect üzerinden izlediğim bu belgeselde, "neden yaratıcıyız?" adlı soruya ünlü isimlerin verdiği cevapları görüyoruz. Bu sorunun kesin bir yanıtı olmadığını düşünürsek, farklı alanlarda, farklı hayatlar yaşayan farklı ama başarılı olmuş insanların bu soruyu ele alma biçimleri ve bu bağlantıda verdikleri yanıtları duymak hoşuma gitti. Ben bu soruya "başka bir şey elimden gelmediği için ve hayatıma devam edebilmek" gibi klişe cevaplarla yanıt verirdim diye düşünüyorum. (8/10)

7 Ağustos 2019 Çarşamba

Bir süredir iyi değilim

Uzun bir zaman, kısa bir süre önceye kadar hep insanın kendine olan saygısından bahsedip durdum. Her zaman insanın öz saygısı olması gerektiğini ve herhangi bir davranışta ahlaki, dini ya da etik kavramlardan önce bunu esas alarak davranması gerektiğini söyledim. Ama şimdi baktığımda kendi öz saygımı kaybettiğimi görüyorum. Sanki uzun bir süredir korumaya çalıştığım bu şeyi kaybettim. Şimdi ne yapacağım, nasıl toparlayacağım, nasıl düzelecek bilmiyorum. Bildiğim herhangi bir şey olmamasına karşılık, ilk defa bir şey bilememek bu kadar canımı acıtıyor.

Çok kısa bir zaman önce herkesi tanıdığımı düşünüyordum. Ya da hayatımda çok insanın var olduğundan emindim. Ama şimdi sanki hiç kimseyi tanımıyormuşum gibi hissedip, aslında ne kadar yalnız olduğunu fark ediyorum. Ve bu iki ayrı düşüncelerim arasındaki zaman o kadar kısa ki, bu hızlıca geçişe anlam veremiyorum. Ne oldu da böyle yalnız kaldım, tercih edilmiş bir yalnızlığım aslında nasıl gerçek bir yalnızlığa dönüştü, anlamadım.

Uyumsuz biri olduğumu kabul ediyorum ama uyumlu olabilmek için o kadar çaba gösteriyorum ki, her yatağa girdiğimde kendimi müthiş bir derecede yorgun hissediyorum. Bir başkasına benzemek kolaydır ama başkalarına benzemek gerçekten müthiş bir dikkat, çaba ve özen gerektirir. Bu da beni yoran bir şey. Ancak tabii ki, zaman zaman ne kadar saklamak istersem isteyeyim bir yerden belli ediyorum uyumsuzluğumu. Sobelenmiş bir çocuk gibi hayıflanıyor, içten içe üzülüyorum. Ama yapacak bir şeyin olmadığının farkındayım. Oyun (hayat) bu.

Hayatımı farklı çevrelerde (entelektüel, muhafazakar, kıroyum ama para bende, muhafazakar zengin, sığ ama farkında değil vs) yaşayan biri olarak söylüyorum ki, aslında herkes birbirine benzeyen birilerini arıyor. Karşısındaki, kendisine benzesin istiyor. Eğer kendisi gibi değilse ya bunu yapacak ya da ötekileştirecek. Herkes birbirine benzemeli yoksa bu çark işlemez. Hepimiz, kendi tarikatlarımızı kurduk ve içinden çıkmak istemiyoruz. Hepimiz, kendi şehrimizin peygamberi olduğumuzu düşünüyoruz. Ama sanırım benim ne bağlı olduğum bir tarikat (grup, çevre vs) ne de peygamberi olabileceğim bir şehir. Bir şekilde yabancı oluveriyorum. Neredeysem oraya ait olmadığım anlaşılıyor. Çocukken misafirliğe gittiği evde oyuna alınmamış gibi, “beni de aranıza lan” diyesim geliyor. Ama biliyorum bunu desem beni oyuna almak yerine “lan dememelisin” diyecekler. Bana nasihat verip, ne yapmam gerektiğini söyleyecekler. O yüzden hiçbir şey demeden, tüm eğretiliğim ve yabancılığımla izliyorum olup bitenleri. Şimdi ne olamamakla suçlanacağım diyerek, cezamın kesilmesini bekliyorum.

Ben 15 yaşımda yazmaya başladım. 16 yaşımda ilk paramı kazandım. 17 yaşımda kitabım çıktı. Sonra hayranı olduğum insanlarla tanıştım, başka işler de yaptım. Denedim, yenildim ve daha iyi deneyip, daha iyi yenildim. Ve tüm bunların ardından tabii ki zaman geçti. Artık büyüdüm. Şimdi potansiyelimi kaybettiğimi görüyorum. Ne iyi bir film çekebileceğime inanıyorum ne de kelimeleri özenle seçip, etkileyici cümleler yazabileceğime. İşin garibi artık konuşurken bile söylediklerimin herhangi bir öneminin olmadığını düşünüp susmak istiyorum. Ama yüzümde hissettiğim o bakışlar, bir şekilde konuşmamı sağlıyor. Ve ben anlatacağım bir şeyi, karşımdaki insanın anlamayacağını düşünerek daha uzun bir şekilde anlatıyorum. İşte son dönemde sürekli yaşanan bu durumdan o kadar nefret ediyorum ki, anlatamam. Hiçbir şeyi anlatamasam keşke.

Bilmiyorum. Daha sığ biri olmamın beni daha çok mutlu edeceğini biliyorum ama öyle olacağım mutluluk, benim gerçekten isteyeceğim bir şey mi? Ondan emin değilim. Ben sığ olmak istemiyorum. Kendimi anlık hazların, anlık mutlulukların, aslında herhangi bir değeri olmayan pahalı bir şeylerin peşinde bulmak istemiyorum. Herhangi bir şeyi araştırmak, okuyup öğrenmek yerine 140 karakterden bildiğimi sanmak istemiyorum. Ben instagram fotoğrafları kadar sahte, hiçbir zaman gerçek bir proje olmayacak olsa bile yapılmış maketler kadar içi boş olmak istemiyorum. Bu yüzden mutluluk Tanrı’sına inanmaktansa, bir süredir daha yoğun ve fazla hissettiğim bu mutsuzluk denen kaderime razı olmak istiyorum. Ama zaman zaman mutluluk Tanrı’sına inanmak da gelmiyor değil içimden. Sırf bu yüzden, diğer müritleri gibi ejderhalı diziler izlemek, bir ünlünün son klibi hakkında konuşmak, çok satanlardaki kişisel gelişim denilen bir kitabı okumak, Netflix dizisi izleyerek kendimi kültürlü sanmak, kahveleri bilmeyi herhangi bir yazar ve onun eserini bilmeye tercih etmek istiyorum. Dövmelerim olsun, sakalım daha gür çıksın, küpelerim olsun tek kulağımda bile. Böylelikle alternatif ya da karşı kültür olarak başlayan her şeyi popüler kültürün bir parçası olmasını sağlamış topluluğun üyesi olabilirim, öyle değil mi? İnandığı Tanrı için camiye giden kalabalık gibi inandığı mutluluk tanrısı için bunları yapan insanlar. Ama ben mutsuzluğa inanıyorum işte. O yüzdendir bu yalnızlığım. Biliyorum.

Megaloman olmakla bile suçlandım. Megalomaniye sahip insan denildi. Megalomani yani büyüklük sanrısına sahip miyim? İnanın bilmiyorum. Düşünüyorum, eğer öyleysem kendimi daha iyi, daha özgüvenli, daha mutlu hissetmem gerekmez mi? Ama işte kendi kendimi sorgulamaktan, bir başkasının beni cezalandırmasına izin vermiyorum. Hal böyleyken nasıl kendimi öyle görebilirim? Ya da bana bunları deme hakkını, cesaretini kendisinde görenlere kim olduklarını hatırlatmaktan kaçındım. Eğer dedikleri gibi olsam, onlara kim olduğunu hatırlatırdım ve onlar da bana bunları söyleyebilecek yüzü kendilerinde bulamazlardı. Ama kıyamadım. Gerçi Allah’tan bana bunları dile getiren insanlar, düşüncelerini ya da fikirlerini önemseyeceğim insan değiller. Nicelik olarak belki ama nitelik olarak asla ciddiye alamam onları. Çünkü sığ, riyakar, konformist, bilgisiz, kültürsüz ve oldukça boşlar. Ama yine de onların bozuk saat gibi, haklı olabileceklerini düşünmek bile benim açımdan büyük bir yıkıma dönüşebiliyor. Ya öyleysem? Oysa yapabildiğim, becerebildiğim hiçbir şey yok. Megaloman olmakla suçlanıyorum ama megaloman olmayı bile beceremiyorum. İşte beni kahreden de bu.

Sevilmediğimi ve asla sevilmeyeceğimi düşünüyorum. Kendimi bir süredir o kadar sevmiyorum ki, bu düşünce beynimi adeta yavaş yavaş sardı ve şimdi tüm hücrelerimi ele geçirdi. Sevilmem için insanlara verebileceğim herhangi bir şey yok. Ya da kendi kendimi sevebilmem için tek bir nedenim bile yok. Peki diğer insanlar nasıl kendilerini sevebiliyor? Anlamıyorum. Yanlışlarını, hatalarını, pişmanlıklarını, zaaflarını, zayıflıklarını ve kötü yanlarını bildiğin kendini nasıl sevebilirsin? İşte ben sevemiyorum. Bazı günler uyandığında aynaya bakıp, “bugün giderin var” demek, kendini bazı anlarda iyi ya da güzel bulmak dışında kendimi sevmiyor hatta sevilmeyeceğimi düşünüyorum.

En büyük hatalarımdan birinin, insanlarla aramdaki samimiyeti ayarlamamak olduğunu söyleyebilirim. Hayatıma girmeyi bir şekilde başarmış, duvarımı yıkabildiğim herkese güveniyor ve bu güvenim yüzümden kendimi açıyorum. Ancak şimdi bunun bir hata olduğunu düşünüyorum. Çünkü insanlarla samimi oldukça söylediğin şeylerin değeri azalıyor, kayboluyor. Bu dengeyi nasıl koruyabileceğimi asla bilmedim. Bir kadın olsaydım, karşımdaki insan benimle istediği an sevişebileceği hissini hissedebilirdi. Çünkü duvarımı yıktıktan sonra korunmasız, herhangi bir darbeye müsaittim. Benim vursam gol olacağı her pozisyonda kıyamadığım insanlar ilk kontratakta gol atıp, maçı kazandılar sırf bu yüzden. Ben de onlara güvenip, kendimi açmakla kaldım. Değerim düştü önce, sonra hayatlarından düştüm. Çok hızlı oldu.

Bence benim için en büyük yıkım şu oldu. Hayatımdaki hiçbir insanın, beni kaybetmekten korkmadığını görmek. Sanki her insanın hayatında olmayı ben istemişim, zorla girmişim gibi davranmaları o kadar rahatsız etmeye başladı ki, artık üzülmek dışında öfkelenmeye başladım. Bir insanın, sizden bu kadar kolay vazgeçebileceğini görmek gerçekten çok üzücü. Herhangi bir değerinizin olmadığını, önemsiz olduğunuzu ya da yerini dolduracak birinin çoktan bulunduğunu gösteriyor. Gerçi artık kimse, kimse için çabalamak, uğraşmak yerine vazgeçip diğerine geçebiliyor. Tıpkı evine alacağı bir eşya ya da kıyafetine uyumlu olması için koluna takacağı bir çanta gibi. Ya  neyse.

Kendimi bildim bileli hep potansiyelli bir çocuk olduğumu duydum. Hayatımdaki herkes hemen hemen iyi şeyler yapacağımdan, iyi yerlere geleceğimden, başarılı olacağımdan emindi. Ama artık çocuk değilim. Ve bir şey yapamadım. Yaptıklarım iyi olmadı ya da ben de başarılı olamadım. Üstelik artık potansiyelimi de kaybetmeye başladım. Potansiyelli bir çocuk olmadığım gibi potansiyelini kullanamamış biri olmama çok az kaldı. Bekleneni verememek, bana inananları hayal kırıklığına uğratmak adeta imzam oldu. Ve bu imza adıma öyle ağırlık yapar oldu ki, artık ismimin önüne geçti. Adımdan daha çok, bu imzamla anılır oldum. Ve artık adım gibi, ben de bu imzamı kaldıramıyorum. Hayal kırıklığı olmak istememiştim. Özür dilerim. Ama en çok da o potansiyelli çocuktan. Hiçbir şeyi beceremedim. Düşlediğin gibi yapamadım. Ve kafandaki gibi biri olmaktan çok uzağım.

10 Mayıs 2019 Cuma

Dünya üzerinde ayrılan son çift

Kadın, sevgilisiyle buluşmak istediğini söylemişti. Adam, kadınla buluşunca olacaklardan habersiz bir şekilde buluşmaya gitmek için hazırlandı. Kadın bugünün diğer günlerden farklı olacağını bilmiyordu. Erkek, kadının neden buluşmak istediğini düşünüyordu. Kadın ise söylemek istediklerini nasıl söyleyebileceğini düşünüyordu. Çünkü kadın, erkeği üzmek istemiyordu. Ama erkek üzülecekti kadın bunu biliyordu.

Erkek ile kadın bir araya geldi. Erkek, kadının çok güzel olduğunu düşündü. Kadın ise aklından geçen düşünceleri kafasında tartıyordu. Birbirlerine baktıkları zaman gördükleri ve hissettikleri aynı değildi. Erkek, tüm görünenlerden uzak bir şekilde her şeyin daha iyi olabileceğini düşünüyordu. Eğer bu halde olmalarının nedeni kendileriyse, bu durumdan düzeltebilecek olan yine kendileriydi. Ama kadının aklına daha farklı şeyler geliyordu. Kadın, yorgundu. Kendisini yorgun hissediyordu. Sürekli bir şeyleri iyi yapmaya çalışmak onu yormuştu.

Kadın bir anda kafasında kurup durduğu düşünceleri çok keskin bir dille söylemişti. Ayrılmak istiyordu. Artık karşısındaki adamı sevmiyordu. Ne zaman fark etmişti, ne zaman karar vermişti, ne olmuştu, nasıl böyle bir hale gelmişti bilmiyordu ama istediğinin bu olduğuna kendisini ikna etmeyi başarmıştı. Bugünden sonra ne olacağıyla ilgili bir fikri yoktu ama neticede bundan sonra ne olacağının önemi de yoktu. Ayrılmak istediğini söyledikten sonra yine de artık sevmediği ama bir zamanlar sevdiği ya da sevdiğine kendisini ikna ettiği adamı üzmemek için onun iyi bir insan olduğunu ekledi cümlelerin ardına. Sorunun kendisinde olduğunu ve bir şeylerin eksildiğini, azaldığını ya da bittiğini söyledi.

Adam şaşkındı. Ne diyeceğini bilmiyordu. Ne denirdi, ne diyebilirdi? Sustu, hiçbir şey söylemedi. Söyleyecek bir şey mi bırakmıştı? Söylemek istediği şeyleri düşündü. Neden? diye sormak istiyordu. Ama hiçbir şeyi sonucu onun için önemli kılmayacaktı, bu yüzden nedeni umurunda bile değildi. Ayrılmak istemiyordu. Çünkü ayrılınca ne yapacağını bilmiyordu. Birlikte olmaya, hayatı onunla birlikte yaşamaya o kadar çok alışmıştı ki, onsuz ne yapacağını, nasıl yaşayacağını bilmiyordu. Ve galiba gerçekten çok seviyordu. Düşündü. Eğer gerçekten sevmese, neden boğazı düğümlensin ki?

Kadın, ayrıldığı sevgilisini son kez göreceğini bilerek kalkmak için doğruldu masadan. Zaman geçtikçe kimsenin kendisini, o adam kadar sevmeyeceğini anlayacağını henüz bilmiyordu. Ya da bir başka kimsenin onun kadar alttan alıp, ona nezaketle yaklaşacağını da. Adam, masadan kalkmak için doğrulan karşısındaki kadına baktı. Artık sevgilisi değildi, çünkü ayrılmıştı az evvel. Sırf biraz daha görebilmek için pür dikkat onu izliyordu. Beş dakika daha sevgili kalabilmek için nelerini vermezdi. Ya da bugün onu son kez göreceğini bilseydi, en son bir araya geldiklerinde daha fazla tutmaz mıydı elini, daha fazla öpmez miydi onu? Gözlerini, onun üzerinden hiç çekmedi. Ona bakarken, bir daha hayatında hiç kimseyi onun kadar sevemeyeceğini biliyordu. Hiçbir kadını istemeyecekti, onu istediği kadar.

Kadın adımlarını hızlıca atmadan, "kendine iyi bak" diye fısıldayabildi sadece. Adam kafasını sallayarak karşılık verebildi çünkü normalde kurmayı sevdiği o cümleleri kuracak gücü bulamadı kendisinde. Diyecek bir şey bırakmamıştı ki neticede. Adam aşk ne demek bilmiyordu. Ya da aşkı biliyordu ama ilişki denilen bu şeyi bilmiyordu. Kimse ona öğretmemişti, o da kendi başına öğrenmeyi becerememişti. Aşk denilen bu şeyin, bir cümleyle başladığını bilmediği gibi bir cümleyle bitebileceğini de bilmiyordu. Çok kısa bir süre önce kendisini çok sevdiğini, kendisi için ölebileceğini söyleyen kadın, ne oldu da onu bir daha görmek istemeyecek noktaya gelmişti. Bir anda her şey bu kadar kolay kestirip atılabiliyor muydu. Birlikte geçirdikleri günlerin hiç mi hatırı yoktu. Belki de dünyada işler böyle yürüyordu. Düşünüp durdu adam. Kadın ise geride bıraktığı o adamın tüm bu düşüncelerinden uzakta, özgürlüğüne kavuşmuş bir cezaevi mahkumu gibi mutlu hissetti kendisini. İçinde yaşamış olduğu bu rahatlamanın, bu mutluluğun kısa ve suni bir şey olduğunun farkında olmadan yüzündeki gülümsemelerle, bunun normal bir şey olduğunun bilincinde attı adımlarını.

Erkek ve kadın bugünden sonra bir daha hiç görmediler birbirlerini. İşte o günden bu yana, hiçbir sevgili ayrılmadı. Kimse kimseyi yarı yolda bırakmadı. Birbirlerini gerçekten seven tüm insanlar, hayatın zorluklarına karşı birlikte olmayı seçti. Alttan almayı, nezaketle yaklaşmayı, her zaman daha iyi bir alternatif olabileceği ihtimalini bir kenara koyarak, sevdiği insan için mücadele etmenin aslında kötü bir şey olmayacağının bilincinde, mutlu mesut yaşamayı öğrendiler. Birbirlerini gerçekten seven ancak birlikte olmayı beceremeyecek kadar küçük ve salak olan bu çift, bunun bedelini birbirlerini kaybederek ödediler. Bir daha da hiçbir sevgili, böyle bir bedel ödemek zorunda kalmadı.

5 Mart 2019 Salı

Mockumentary: Kendimi BEN öldürdüm!

Geçtiğimiz günlerde aramızdan ayrılmayı seçerek hayatını kaybeden, uzun yıllar dostluğunu paylaştığım ve bunun için kendimi her zaman şanslı sanacağım Cafer Can Işık'ın anısına...

FADE IN

Cafer Can elindeki telefonla karşısındaki aynadan kendisini çekmektedir. 

CAFER CAN 
"Bir gün tüm bunların bir anıya dönüşeceğini biliyorsun değil mi? Tıpkı her şey gibi..." 

Cafer Can elindeki telefonla aynaya doğru yaklaşırken, yüzünde dilini çıkartarak farklı mimikler oluşturup, tepkiler verir. Göz kırpar ve kayıtı durdurur.

BEN, CAFER CAN.

Cafer Can'ın hayatındaki insanlar bir sandalyenin üstüne oturmuş ve önlerindeki kameraya onu anlatıyorlardır.
D

EMRE K. 
(En yakın arkadaşı)
"Bir gün böyle bir şey yapacağını hepimiz biliyorduk. Ama bilemiyorum belki de yapamayacağını düşünmeye başlamıştık. Ya da o kendini öldürme fikrini her zaman kafasında olacağını ancak bunu yapacak cesaretinin hiçbir zaman olmayacağına inandırmak istemişti. Bilemiyorum." 

ANNE MERYEM
(Annesi)
"Asla bunu yapabilecek biri değildi. Oğlum komikti, espriler yapardı, insanları güldürmeyi severdi. Oğlumun intihara meyilli olduğunu söylüyorlar ama insan, kendi çocuğunu bilmez mi?"

KAAN Y.
(Lise arkadaşı)
"O komikti. Eğer olduğu bir yerde, o yerde kahkahalar olmuyorsa kendini rahat hissedemiyor demekti. Böyle bir şey yapmış olması bana halen tuhaf geliyor. Liseden hiç kimsenin buna inanacağını, ihtimal vereceğini bile düşünmüyorum.

ADNAN U.
(Lise Edebiyat Öğretmeni)
"Haylaz bir çocuktu. Zekiydi ve bunun farkındaydı. Bunu kullanıyordu ve kullanmayı seviyordu. Tüm dersi bozan espriler yapardı ama diğer arkadaşlarının aksine zekice şeylerdi bunlar. Onu sık sık uyarırdım çünkü diğer arkadaşları ondan cesaret alıp, sınıfın düzenini bozabilirdi. Bunu önlemek için uyarırdım. Ama o hep tüm sınıfı güldürecek şeyler söylerdi. Hatta çoğu zaman beni bile."

KAAN Y.
(Lise arkadaşı)
"Liseden sonra belli bir süre arkadaşlığımız bozulmuştu. Liseden sonra tekrar bir araya gelip, eskisinden daha iyi bir arkadaşlık kurduğumuzda ise eski Can'dan çok uzaktı. Hayatla ilgili dertleri olan, içine kapanık, tanıdığı insanların yanındaki halinin tam tersi özgüvensiz, karamsar bir çocuğa dönüşmüştü. Sadece bizim yanımızda eski haline dönmeye çalışıyor gibiydi."

ADNAN U. 
(Lise Edebiyat öğretmeni)
"Liseden sonra gördüğüm Cafer Can, bambaşka biriydi. İnanamamıştım. O özgüvenli çocuk gitmiş yerine özgüvensiz, utangaç, ne diyeceğini bilemeyen biri gelmişti. Sadece sanatla ilgili konuşuyordu."

ANNE MERYEM
(Annesi)
"O her zaman içine kapanık bir çocuktu. Yırtık değildi. Açlıktan ölüyor olsa bile açım demezdi. Ağzı var dili yok derler ya. İşte öyleydi tam."

BABA SELİM
(Babası)
"Kız gibi büyütmüştük onu. Narin, güçsüz, zayıftı. Ben oğlumun güçlü olmasını istemiştim. Tüm bu olan bitenlere, -ki olup biten bir şey yoktu- dayanabilsin istemiştim. Çünkü hayat böyle bir şey. Hayat, kötüdür ve acımasızdır. Tabii eğer ahlaksız, vicdansız, kötü biri değilseniz. Ben oğlumun güçlü biri olmasını istemiştim. Belki de bu yüzden beni kötü bilmişti. Ama aslında ben onu düşünüyordum. Tüm babalar, aslında iyi ya da kötü, her zaman evlatlarını düşünmez mi?"

EMRE K.
(En yakın arkadaşı)
"Onun hakkında zaman zaman korkuyordum. Kendini koruyamayacak diye."

MÜŞERREF Ç.
(İş arkadaşı)
"Saf bir yönü vardı her zaman. Onu kandırmak kolaydı. Onu her şeye ikna edebilirdiniz."

PELİN A. 
(Escort)
"Bazen öyle bir soru sorardı ki, hayat ile ilgili basit bir şey olurdu bu. Tıpkı bir çocuk gibi. Az önce o bilgili, entelektüel adam gitmiş yerine bir çocuk gibi hissediyordum."

FATİH K. 
(Arkadaşı)
"Büyümekle ilgili bir derdi var gibiydi. Büyümüyordu."

TUNA Y.
(En eski tanıyan insan, filmin yönetmeni)
"Kafası karışık, ne istediğini bilmeyen ve bu yüzden her şeyi isteyen bir çocuktu. Belki de tüm çocuklar gibi sadece ilgi görmek ve sevilmek istiyordu."

EMRE K.
(En yakın arkadaşı)
"Zor biriydi. İdare edilmesi zor biri olabiliyordu. Bunu isteyerek mi yapıyordu? Hayır! O sadece böyle biriydi işte."

YILDIRIM B. A.
(Almanya'dan arkadaşı)
"Eğer onun yaptıklarını başka biri yapsaydı, kesinlikle onunla arkadaşlığımı sürdürmezdim. Ama söz konusu o olunca, onu böyle kabul etmek gerekiyordu. Bunu biliyorduk."

FERHAT T.
(Eski arkadaşı)
"Onun iki yüzü vardı sanki. Birincisi; çok kibar, çok nazik, çok iyi bir Cafer'di. Diğeri ise, çok acımasız, çok eleştiren, sert biri. Hangisinin gerçek o olduğuna inanmak zor oluyordu."

IREM B.
(Arkadaşı)
"İnsanları etkilemek için kullandığı o cümleleri, insanları kırmak adına da kullanabiliyordu. Cümleleriyle etkilediği gibi, cümleleriyle de insanları kırabiliyordu."

MURAT T.
(Eski arkadaşı)
"Söyledikleri, insanın dayak yemesinden daha beterdi. Daha fazla can acıtıyordu."

FERHAT T.
(Eski arkadaşı)
"Bencilliğinden gına gelmişti."

ONUR A.
(Arkadaşı)
"Onun size kötü bir şey yaptığınızı düşündüğünüz zaman aslında sizin ona kötü bir şey yaptığını düşünmenize neden olabilirdi. Gerçekten, ona bu kadar kötülük mü yaptım? diye düşünebilirdiniz."

İREM 
(Twitter'dan takipleştiği)
"Overthinking kelimesinin vücut bulmuş hali gibiydi."

AYNUR Ö.
(Twitter'dan tanıştığı)
"Ne zaman buluşmaya karar versek, bir anda vazgeçiyordu. Hazırlandığım gibi kalıyordum. Sonra öğrendim ki, kafasında tüm buluşmayı düşünüp, kendini rezil edecek hareketler yapacağını düşündüğü için korkusundan vazgeçiyormuş. Cesareti yokmuş."

KAAN Y. 
(Lise arkadaşı)
"Buluşmak için sözleştiğimiz zaman çoğu kez ekerdi. Yalan söylemeyi pek sevmezdi ana en çok yalanı, bu ekmeleri için söylerdi. Aslında gelmemek için tek bir nedeni olurdu. Kendini buluşmalar için yorgun hissettiği için gelemezdi. Olmasını istediğimiz kişi gibi görünmek yorucu gelirdi. Bunu bir keresinde sarhoşken itiraf etmişti. Lisedeki Cafer kaldığını göstermek istiyordu."

SEREN Ö.
(Liseden arkadaşı)
"Tanıdığım en garip insandı. İyiydi. Ama. Yani garipti. Ben onu anlamıyordum. Bence onu kimse anlamıyordu."

BUSE E.
(Eski kız arkadaşı)
"İstediği zaman hayatımdan çıkabiliyor ve istediği zaman hayatıma girebiliyordu. Sanki bunu her başardığında tatmin olan bir hali var gibiydi."

CEMRE B.
(Eski kız arkadaşı)
"Onunla ne zaman küsersem küseyim, istediği zaman hayatıma gireceğini biliyordum. Çünkü bu hep öyle olmuştu. Eminim diğer arkadaşlarına da karşı böyleydi. Onun için bir insanın hayatına girmek de, çıkmak da çok kolaydı."

TUNA Y.
(En eski tanıyan insan, filmin yönetmeni)
"Onun için hayat ya beyaz ya siyah demekti. Ortası yoktu. İnsanlarla ilgili de böyle düşünürdü. Kafasında bir insan yaratırdı ve o insana hayran olurdu. Daha sonra o insanın, kafasındaki insan olmadığını öğrenince ondan uzaklaşırdı. Onun sorunu bence buydu. Her şeyi kendi kafasında yaşayıp, hayata geri döndüğünde yaşadığı hayal kırıklığıydı."

EBRU B.
(Arkadaşı)
"Sevgilimden ayrıldığım zamanda konuşmaya başlamıştık. Bana iltifat edip duruyordu. Bir an için kendimi dünyanın en güzel kadını olduğumu düşünmüştüm. O düşündürmüştü bana bunu. Sonra bilmiyorum belki de böyle bir sevgi görünce, istediğim kişinin o olmadığına karar verdim. Ve reddettim onu. O ise, bundan bile mutluymuş gibi gözüküyordu. Sonra öğrendim ki, sırf sevgilimden ayrıldığım ve mutsuz olduğum için, yani bana acıdığı için bana ilgi göstermiş. Orospu çocuğu."

BUSE B. 
(Balerin arkadaşı)
"Onun hayatındaki her kadın kendini özel hissederdi. O bunu sağlardı."

EMRE Y. 
(Yönetmen arkadaşı)
"Hayatımı değiştirmişti. Entelektüel anlamda öğrendiğim her şeyi o öğretmişti. Ve en sevdiği filmler aslında kendisini yansıtıyordu. Hatta tam olarak hatırlayamadığım bir replik vardı. Yanılmıyorsam, "beni sevmeniz için sizi çok sevdim" gibi bir şeydi. O yüzden, insanları sevmek istiyordu. Sırf, o zaman insanların kendisini seveceğini düşündüğü için."

TAYFUN A.
(Arkadaşı)
"Bu hayatı çok ciddiye alıyordu. Bence en büyük hatası buydu."

HİLAL İREM Y.
(Eski kız arkadaşının en yakın arkadaşı, eski kız arkadaşı)
"Bence o hayatındaki her kadını, ama küçük ya da büyük bir şekilde yer kaplayan her kadını kurtarmak istiyordu. Onları kurtarmak istiyordu. Ama kendini nasıl kurtaracaktı?"

GÜLBAHAR P.
(Eski kız arkadaşı)
"Onun kurtarılmak istediğini sanmıyorum. O cezalandırılmak istiyordu sanki."

YİĞİT D.
(Eski yakın arkadaşı, şimdilerde arkadaşı)
"Her zaman insanları affeder, insanların kendisini affetmesini isterdi. Sadece kendisini affetmekte zorlanıyordu. Kendisini hiçbir zaman affetmeyecekti, affetmek de istemiyordu zaten. Bunu biliyordu."

AZRA H. 
(Eski arkadaşı)
"Sevişirken bambaşka biriydi. Ona canımın ne kadar çok yandığını, canımı acıttığını söyleyip uyarıyordum. O ise durmuyordu, duramıyordu. Bende, hayatımda, vücudumda bir iz bırakmak istiyordu sanki. Öfkesini böyle atabiliyordu."

F. A. Y.
(Eşi)
"Onu kimse tanımadı. Ben bile tanıyamadım. O kendisini herkesten gizlemişti. Tanıdığımızı düşündüğümüz Can, onun bize kendisini tanıtmak istediği biriydi o kadar."

YASİN S.
(Üniversite arkadaşı)
"O biraz farklıydı. Onunla konuştuğunuz ilk andan itibaren bu farkı anlıyordunuz. Farklı olmak istemiyordu ama farklı olmaktan şikayetçi değildi."

MERVE U.
(Eski arkadaşı)
"Yanımdaki insanların beni hak etmediğini düşündüğü için benimle küstü. Gerçekten tanıdığım en ilginç insandı."

F.A.Y
(Eşi)
"Bana kimsenin kendisini tanımadığını, gerçek Can'ı bir tek benim bildiğimi söylemişti. İnsanlara gerçek Can'dan bahsetmem gerektiğini söylüyordu. Şimdi düşününce, sanki bir planın parçasıymışım gibi geliyor. Bilmiyorum.."

Ömer Cem A.
(Üniversite arkadaşı)
"Her şeyi içinde barındırıyordu. Tanıdığım en fırlama ama aynı zamanda en utangaç insan, en çapkın ama en sadık, en kibar ama en kaba, en kibirli ya da en mütevazı. Hepsini barındırıyordu, hepsiydi."

SEREN Ö.
(Liseden arkadaşı)
"Kardeş gibiydik. Onun kardeş gibi olabildiği tek kadındım ama benden uzaklaşıyordu. Hayatındaki her insandan olduğu gibi."

AZRA H.
(Arkadaşı)
"Bir insan nasıl hem bu kadar kibar olup hem bu kadar sert olabiliyordu? Bilmiyorum."

F.A.Y
(Eşi)
"Beni seviyordu. Beni sevdiğini biliyordum. Beni sevdi ve benimle birlikte kim olduğunu anlamak istedi. Gerçek Can'ı sadece bana göstermeye çalışıyordu. Onun için kendini tanıma planının bir parçasıydım belki de."

EMRE K.
(En yakın arkadaşı)
"Kafasında her şeyi kurardı. En ayrıntısıyla her şeyi kafasında kuruyordu. Kafasından geçenleri asla bilemezdiniz."

N. E. İ. 
(Kız kardeşi)
"Abim.. Abimin ne kadar harika biri olduğunu bilmelerini istiyorum insanların."

BAHAR Ö.
(Eski kız arkadaşı)
"Çoğu zaman onun hayatında olmak zor olsa da, beraberinde kaos getiriyor olsa da onun hayatınızdan çıkmasını istemiyordunuz. Onun büyüsü buydu."

TUNA Y.
(Onu en eski tanıyan insan, filmin yönetmeni)
"Anlaşılmak ile ilgili bir derdi vardı. Anlaşılmak istiyordu. Her yalnız insan gibi, anlaşılabilmek amacındaydı."

F.A.Y 
(Eşi)
"Zor biriydi. Gerçekten zor biriydi. Ama bu sorunu çözmek için çaba gösteriyordu. Belki de artık değişmeyeceğini anlamıştı.

YASİN S.
(Üniversite arkadaşı)
"Yetenekli ama yeteneğini kullanmayan futbolcu gibiydi. Yeteneklerini ve daha iyi olabilecek hayatını çarçur etmişti. O da biliyordu ama bu o'ydu işte."

KAAN Y.
(Lise arkadaşı)
"Hayatımda tanıdığım en kadınlara düşkün adamdı ama evlenince en sadık erkek olmayı başarmıştı. Ortası yoktu işte."

YİĞİT D.
(Arkadaşı)
"Uçlarda yaşamayı seviyordu. Ya hiç ya hep derler ya."

EMRE K.
(En yakın arkadaşı)
"Tanıştığımızda eğlenceli, komik birisiydi. Ama sonra bir şeyler değişti. Giderek keyfinin kaçtığını hissedebiliyordum. Sanki elimden kayıp gidiyormuş gibiydi ve bir şey yapamıyordum."

F.A.Y
(Eşi)
"Size baktığı zaman ruhunuzu görebiliyordu. Siz ne kadar saklamak isterseniz saklayın."

EMRE K.
(En yakın arkadaşı)
"Hemen hemen her şeyden kaygı duyuyordu. Kaygı bozuklukları, düşünüp durmadan edememesi, her şeyi kafasında yaşıyor olması onu etkiliyordu."

F.A.Y
(Eşi)
"Uykusuzdu. Uyuyamıyordu. Yorgundu. Biliyordum. Vücudu yorgundu artık."

TUNA Y.
(En eski arkadaşı ve filmin yönetmeni)
"Yalnız olmadığını söylüyordu ama yalnızdı. Her zaman yalnızdı. Kayıp küçük erkek çocuğu gibiydi."

BUSE D.
(Arkadaşının kardeşi, arkadaşı)
"Onun sadece kendisini sevme sorunu vardı."

ANNE MERYEM
(Annesi)
"Oğlum ne yaparsa yapsın hep bir çocuktu aslında. Hassas, kırılgan bir çocuktu."

BABA SELİM
(Babası)
"Zayıf, nazik ve güçsüz birisi için bu dünya cehennemdi. Belki de Can için.. Oğlum için... Cennete  gitme vakti gelmişti. Öyle bir yer varsa, orada olmalı öyle değil mi?"

F.A.Y
(Eşi)
"Alaycılıkla başa çıkabiliyordu her şeye. Kendisini güçlü gösterebilmenin yolunu böyle bulmuştu."

MÜŞERREF Ç.
(İş arkadaşı)
"Tanıdığım Can her zaman savaşırdı. Pes etmezdi. İlk ve belki de son defa pes ettiğini, savaşmamayı tercih ettiğini gördüm."

HİLAL İREM Y.
(Eski kız arkadaşı)
"Beni, tanıdığım tüm erkeklerden daha iyi anlamıştı."

MERVE U.
(Eski arkadaşı)
"Onu tanıdığım için çok mutluyum. Hayatıma dokunması benim için bir şans."

KAAN Y.
(Lise arkadaşı)
"O dikkat çekmeyi her seferinde başarıyordu. O kimseyi tanımıyordu ama herkes onu bir şekilde tanıyordu işte."

YİĞİT D.
(Arkadaşı)
"Bazen onu özlediğimi fark ediyorum. Bilmiyorum belki de sırf özlenmek hissini tatmak için bile bunu yapmış olabilir."

ANNE MERYEM
(Annesi)
"O benim sadece oğlum değildi. Hayatla olan bağımdı, neşemdi, sağ kolumdu. O gidince her şey anlamını yitirdi."

BABA SELİM
(Babası)
"Ona hayattayken hiç sevdiğimi söylememiştim. Ama o benim oğlumdu, onu çok seviyorum. Eğer hayatta olsaydı, bunu ona söylerdim. Eğer onu ne kadar çok sevdiğimi gösterseydim, belki sevgiyi başka yerlerde aramazlardı."

PELİN A.
(Eskort)
"Benden daha iyilerini hak ettiğini düşünüyordum. Ama tam tersini ikna ettirmeyi başarmıştı bana. Galiba onu hiç unutamayacağım."

SEREN Ö.
(Lise arkadaşı)
"Etrafınızda varken yorucu ve zorlu biriydi ama hayatınızdan çıktığı zaman onun değerini anlıyordunuz. Ben halen öldüğüne inanamıyorum. Çok özlüyorum."

BUSE D.
(Arkadaşı)
"Bence yapacağı çok şey vardı. Kafasındakileri hiçbirini yapamamıştı. Her aklıma geldiğinde üzülüyorum."

ÖMER CEM A.
(Üniversite arkadaşı)
"Hayatımı değiştirdi. Onu unutmayacağım."

YASİN S.
(Üniversite arkadaşı)
"Umarım gittiği yerde filmler çeker, kitaplar yazar. Çünkü o böyle, yalnızca böyle mutlu olabilecek biri."

N.E.İ
(Kız kardeşi)
"Abimi çok özlüyorum. O benim kahramanımdı. İnsanın kahramanı hiçbir zaman ölmez değil mi?"

EMRE Y.
(Yönetmen arkadaşı)
"Böyle biteceğini biliyordu. Ben de biliyordum. Ama inanmak istememiştim. Şu an olduğum kişi olabildiysem onun sayesinde. Keşke daha farklı bir sona inandırabilseydim onu. Çünkü o bana bunu inandırmıştı."

FERHAT T.
(Eski arkadaşı)
"Onu öldürmek istediğim çok zaman olmuştu. Ama ölmesini istememiştim. Kendini öldürmemeliydi."

EMRE K.
(En yakın arkadaşı)
"Ben en yakın arkadaşımı değil, adeta bir parçamı kaybettim. Onu çok özlüyorum. Eğer burada olsaydı, ona sarılır ve onu ne kadar çok sevdiğimi bilmesini isterdim. Onu korumayı beceremedim. Onu çok ama çok özledim. Ama belki kafasındaki sesleri sonunda susturmayı başarmıştır, hayatında derin bir uykuya hasret kalmıştı. Huzur içinde yat kardeşim. Seni çok seviyorum!"

F.A.Y
(Eşi)
"Hep bir ışık taşıyordu. O ışıkla kendisi hariç hayatındaki tüm insanların hayatlarını aydınlanmıştı. Benim hayatımı bile. Eğer burada olsaydı, daha farklı olurdu. Ona daha anlayışlı olurdum. Çünkü onu çok seviyorum, onsuz nasıl yaşayabileceğimi hala bilmiyorum. Belki farklı davransaydım, bunu yapmazdı. Çünkü o, kendisini ve hayatındaki cezalandırmak için yaptı bunu. Engel olamadım. Kafamı kumdan çıkarttı ve gitti. Ben ise onu yalnız mağarasından çıkarmıştım ve dönebileceği bir mağara da yoktu. Onunla tekrar kavuşabileceğimiz zamanı bekliyorum.

TUNA Y.
(En eski arkadaşı ve filmin yönetmeni)
"Nasıl yaşıyorsa, öyle öldü. Sessizce çekip gitti.. Kimse ona zarar veremezdi, çünkü kendisinin en büyük düşmanı kendisiydi. Beynini kontrol etmekte zorlandı, düşüncelerini durduramadı, entelektüel ve kibar biri olmak için kendini geliştirirken hayatın diğer kısımlarını kaçırdı, belki de bu yüzden kendisini yalnızlığa mahkum etti. Ve yalnızlığı onu ele geçirdi. Bu belgesel de dünyanın en yalnız insanının vedası içindi. İstediği olacak, unutulacak. Bu dünyaya ait olamamanın acısını çekti, umarım gittiği yerde kendisini ait hissedebilir.

SON.

20 Şubat 2019 Çarşamba

Odamdan notlar #3

01. çevreciyim.
bir alıntı yapıyorsun. kimden ya da nereden olduğunun hiçbir önemi yok. nasıl olsa kimse bilmiyor adını, nasıl olsa burada kimse okumamış, kimse duymamış bu cümleleri. senin düşüncelerin, senin cümlelerin olduğunu düşünüyorlar ve belki de sırf bu yüzden sana hayranlık besliyorlar. alıntı yaptığını söylemek de iyi, entelektüel görünmenin dayanılmaz çekiciliği var sonuçta. -halen çekici bulunuyor mu tartışılır- ama kendini tüm bunların arasında tamamlanmış sayabilirsin. çok okudum, çok izledim diye düşünmeye başlayabilirsin. işte bu kötü. ayrıca, entel damgası yemek, insanların senin kafa açtığını düşünmeye başlaması ve kendini artık sıkıcı biri olarak görmen de var tabii. sen, çevreni kendin gibi yapamazsan. sen, çevren gibi olursun. çevreyi temiz tutalım.

02. köprü üstü aşıkları
bir köprünün üzerindeyiz. ben hariç tüm insanlar köprünün götürdüğü yere, yolun karşısına geçmek istiyorlar. ben ise üzerinde durduğumuz köprünün yıkılmasını istiyorum. yıkılacak ve yere çakılacağız. işte bunu görmek istiyorum.

03. kendin için savaş
tüm savaşın ardından hiçbir şey olmamış gibi dönüp arkasını uyuyor. ve ertesi sabah sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi uyanıyor. savaş, onun uğruna. ama bu savaş, onun savaşı değil nihayetinde. savaşan sen olmadıktan sonra uyumak da kolay, uyanmak da.

04. bu yüzyılın kadını
şehir hayatından şikayet etti. şehrin göbeğindeki kalabalık bir mekanda arkadaşlarıyla buluştuğunda. elini telefona götürdü, insanların paylaştıklarına baktı. daha sonra kendi paylaştıklarını kimler görmüş diye kontrol etti. kendini konuşmak zorunda hissedip, duyduklarına da her zaman tebessümle karşılık verdi. böyle bir mecburiyeti varmışcasına. daha sonra masadaki arkadaşlarının hepsini öperek mekandan ayrıldı. uzun bir beklemenin ardından evine ulaştı. trafiğe kalmıştı. evinin kapısını açar açmaz, makyajını çıkardı. bir ay boyunca çalışıp, elinin zar zor bu kadar para vermeye gittiği kıyafetleri çıkardı. ayna karşısına geçtiğinde "nihayet" dedi, "bir an için seni kaybettiğimi sandım."

05. neticede orospulara kim güvenmez?
raskolnikov tefeci kadını öldürdüğünü ilk olarak bir hayat kadınına söyler. hayat kadının ayaklarına kapanır ve ondan af diler. ondan af dilemesi, aslında tüm insanlıktan af dilemesidir. işte hepimiz, af dileyeceğimiz bir ayak bulmanın peşindeyiz.

06. düşler, kabuslar ve hayat.
kurduğum tüm düşler, bir kabusa dönüştü. tüm düşler, uyandıktan sonra kabusa dönüşmez mi zaten?

07. diss to rap
son dönemdeki tüm rap şarkıları, aynı torbacıya mı yapılıyor?

08. her insan, inanacak bir şeyler arar
küçükken, annelerinin aldığı muskaları boynunda taşıyan çocuklar artık büyüdü. ve hepsinin boynunda onlara kendilerini iyi hissettireceğini düşündükleri doğal taş kolyeleri var. ateistlerin muskası.

09. zaman-sız
bu zamana ait olmadığımı düşünüyordum. sonra anladım ki; hangi zamanda yaşarsam yaşayım, o zaman da yanlış zamanda yaşadığımı düşünecektim.

10. güzel - iyi arasındaki farklar
instagram'a attığı fotoğraflarda güzel çıkmak için harcadığı zamanı, hiçbir zaman iyi insan olmak için harcamadı. güzel, her zaman güzel kalamaz. ama iyi her zaman iyidir. güzel, ilgi çekicidir ama iyiler hep birbirlerine benzer.

11. erken boşalma
yeni bir çağ var artık. her şeyin daha kolay tüketildiği, her şeyin daha çabuk bittiği bir çağ. edebiyat, 140 karaktere sığdırıldı. sinemada planlar kısaldı. anlamlar, anlamlarını yitirdi. ilişkiler, sığ kalmaya mahkum kaldı. insan, bir şeyler olsun ya da sürsün diye hiç çaba göstermiyor artık. sadece orgazm olmak ilgilendiriyor artık onları. ve belki de bu çağ bu yüzden erken boşalma çağı.

12. anlamak ya da anlamamak
seni anlamasını istediğin bir insanın, seni anlamadığını fark ettiğin o an, anlamanın sadece "anlıyorum" diyebilmekten başka hiçbir şeye yaramadığını da anlıyorsun aslında. anlaşılmak istiyoruz hepimiz. bir şey anlatmak istediğimiz zaman bile.

35. seni seviyorum ama 
bana hayatı, yaşamayı, sevmeyi, birlikte olmayı, bir başkasını düşünmeyi, onun iyiliği için çabalamayı, kendi hayatını kurmayı, insanlarla bir arada olmayı, toplumun aslında kötü bir şey olmadığını, bilmediğim sayısız şeyi öğrettiğin için teşekkür ederim. seninle birlikte mutlu, huzurlu ve daha güvende hissediyorum. sen beni seviyorsun. ben de seni seviyorum. ama işte korkuyorum sevgilim. hayat bu, tüm bunları kıskanacak ve bir şeyi kötü kılacak diye.