26 Ocak 2018 Cuma

Ay, güneşten daha güzel!

Karşımdasın, oturuyorsun ve önündeki birandan bir yudum alıyorsun. Sana bakıyorum. Gözlerimle bir yandan seni incelerken, bir yandan da aynı şeyi senin bana yaptığını düşünüyorum. Konuşurken, senin de beni inceliyor olma ihtimalin kendimi toparlamama, kendimden emin bir şekilde oturup, seni etkileme çabama dönüşüyor. Seni etkilemek, sana güzel gözükmek istiyorum. Sen ise tüm özgüveninle karşımda oturmaya ve kendini anlatmaya devam ediyorsun. Benim bu düşüncelerimden uzak bir şekilde olduğun gibisin, en azından kendini olduğuna ikna ettiğin şey gibi gösteriyorsun. Bana anlattığın senin sen olduğuna o kadar çok inanmışsın ki, kendimi senin gibi tanıyamadığım için kendime kızıyorum. Benim gibi insanlar böyledir işte, kendisine kızacak her zaman bir sebep bulurlar. Özellikle, senin gibi kendinden emin güzel kadınlarla tanıştıkları zaman. Ancak bunların hiçbirini sana söylemiyorum. Çünkü senin gibi kadınları iyi tanırım, ipi kendi ellerinizde tutmak hoşunuza gitse de sizi etkilemenin en kolay ve en iyi yolu o ipi size göstermemektir.

Konuşmaya başlıyoruz. Sen o kadar çok konuşuyorsun ki, susmanın ibadet sayıldığı yeni bir din arıyorum kendime. Bunu söylemek istiyorum ama vazgeçiyorum çünkü neredeyse her yazımda kullandım bu cümleyi. Kendimi tekrar eden boktan bir yazar olduğumu düşünmeni istemiyorum, ben öyle olduğuma inansam bile. Sen kendinden emin bir şekilde kurmaya devam ederken cümleleri, ben gözlerimi vücudunda gezdiriyorum. Önce saçlarına kayıyor gözüm. Siyah, kıvırcık saçlar pek ilgimi çekmese de sana yakışıyor ve sanırım sende ilgi çekici bir hal alıyor. Daha sonra dudaklarına bakıyorum, kalın ve küçük, estetikli gibi duruyor. Dudaklarına bakarken, bu dudaklarla öpüşmenin güzel olabileceğini düşünüyorum. Gözlerimi aşağıya indiriyorum, siyah bluzun altındaki siyah seksi iç çamaşırının farkına varıyorum. Nedense o sütyenin sakladıklarını hayal etmek hiç zor değil. Tecrübelerim beni yanıltmıyorsa, ideal ve dik göğüslere sahip olduğunu düşünüp, 85B diye aklımdan geçiriyorum. Kalçan, biraz büyük ama bu benim açımdan sorun değil. Ona bakıp, onunla neler yapılabileceğimi düşünmek bana keyif bile veriyor hatta. Eminim, sen de biliyorsundur dünyada artık böyle kalçalar daha talep görüyor. Senin yerine Kim Kardashian'a ben teşekkür ediyorum içinden.

Biran bitiyor. Sana bakıp, "bir bira daha?" diye sana soruyorum. "Evet" diyorsun. Sonra garson geliyor, şapkanı yere düşürmüşsün. Garson kibarca sana onu söylüyor, sen ona cevap veriyorsun. Bir süre sonra duyamadığım bir şekilde ufak bir diyalog daha geçiyor, gülüşüyorsunuz. O an kafamda başlayan ancak daha sonra tüm vücudumu kaplayan bir duygu beliriyor. Nedense bu durum beni öfkelendiriyor, kendimi güçsüz biri olarak hissetmeme neden oluyor. Bana bakıyorsun, o an içimde olan biten onca şeyden haberin olmaması için gülümsüyorum. Gülümsemek, bana yakışıyor. Neticede bebek yüzlü olmanın en büyük faydası da bu, içindekileri saklayabilmek. O an sanki hissetmiş gibi "görüyorsun işte insanlarla hemen iletişim kurabiliyorum" sonra bir es veriyorsun. O es verdiğin anda konuşup bir şeyler demek istiyorum ama fırsat vermeden "ama biliyor musun tüm bunlar yalan. Aslında iletişim kuramayan biriyim. İnsanların hayatıma girmesine izin veririm ama hayatıma almam" diyorsun. Niyeyse bana öyle gelmiyor ama söylemiyorum. Çünkü seni kırmaktan korkuyorum. Belki de seninle sevişemeden çekip gitmeni istemediğim için de söylememiş olabilirim, çok da önemli değil. Bir anda anlatmaya başlıyorsun, eski sevgililerinden bahsediyorsun önce. Daha sonra artık kimseye güvenemediğini, kimseye güvenmediğin için artık güvenecek bir durum dahi oluşmadan sadece ufak, geçici, tek günlük veya kısa süreli birliktelikler yaşadığını söylüyorsun. Böylesi sana göre daha yorucu ve daha kolay. Gülümsüyorum. Birbirimize benzediğimizi düşünüyorum. Aslında, hala seni dinliyor olmamın nedeni de bu benzerlik. Sana katlanabiliyor olmamın tek nedeni de bu. İnstagram üzerinden sana her gün mesajlar geldiğini, insanların seninle bira içme isteğini ve hepsine evet dediğinden bahsediyorsun. Görüyorum ki, yalnız değilim. Eminim, hayatındaki tüm erkekler, sana böyle katlanıyordur. Seninle sevişebilmek için.

Beni hiç tanımadığını söylüyorsun. Tanımana gerek olup olmadığını soruyorum. Tanımanın da bir şeyi değiştirmeyeceğini ama yine de beni tanımak istediğini söylüyorsun. Anlatıyorum ama söylediklerimin ilgini çekmediğini biliyorum. Sıkılıyorsun, sana tüm bunlar sıkıcı geliyor. Çünkü senin, hak ettiğini düşündüğün hayat benimkinden daha farklı. Ben, senin daha fazlasını hak eden biri olduğun düşünüyordum, bunun için özür dilemek istiyorum senden ama vazgeçiyorum. Senin gibi kadınlar, kendisinden özür dileyen insanları güçsüz bulurlar. Bu yüzden kendilerinden özür dileyen erkekleri değil, kendisinin her fırsatta özür dilediği erkekleri daha çekici bulurlar. Kibarlığın, kabalık kadar ilgi görmemesi beni öfkelendiriyor ancak öfkemi yine gülümseyerek saklıyorum. Şiir sevip sevmediğimi soruyorsun. Senin şiir sevmediğini biliyorum, söylemiştin. Ama yine de "evet" diyorum, "seviyorum" Bana bakıp, alaycı bir kahkaha atıyorsun. "Senin öyle bir duruşun var zaten. Böyle Turgut Uyar dizelerinin hayranı falan" Bu hoşuma gitmiyor. "Turgut Uyar'ı da, ikinci yenileri de severim" diyorum, sert bir şekilde. Sanırım bu cevap ve tavır hoşuna gitmiyor, hemen toparlamaya çalışıyorsun. "Yani yok bilmiyorum ama bana artık komik gelmeye başladı. Bu kadar popüler oldular falan ya" diyorsun. Popüler kültürün bir parçası olmaları benim de hoşuma gitmiyor ancak ne kadar popüler olurlarsa olsunlar, değerlerinden bir şey kaybetmezler. Hem hiç tanımadığı birine anlatabileceği şey, erkeklerin kendisine ne kadar çok yazdığı olan bir insanın bunu söylemesi bana tuhaf geliyor. Sana bakıp, "insanlar" demek istiyorum. "insanlar, ne kadar tuhaf öyle değil mi?"

Zaman geçtikçe, biraz daha sarhoş oluyoruz. Ben de oluyorum, sen de. Sen sarhoş oldukça, daha tatlı birine dönüşüyorsun. Sanki uyanık olmadığı zaman yaramaz olduğu için çok sevilmeyen ancak uyuduğunda çok masum bir meleğe dönüşen küçük güzel çocuklar gibisin adeta. Sarhoşluk, senin üstünde bir masumluk bırakıyor. Bu masumluk karşısında ne yapacağımı bilemiyorum. Sen ise hayatını ne kadar boşa geçirdiğini, seni hiç hak etmeyen insanlarla birlikte olduğunu söylüyorsun. Bunun farkında olduğum halde bunu düşünmek istemiyorum. Çünkü, senin daha fazlasını olduğunu düşünmek istiyorum. Yetmiyor, bana bakıp diyorsun ki, "öyle insanlarla birlikte oldum ki bir bilsen masadan kalkar gidersin." Bu durum beni öfkelendiriyor. Daha önce birlikte olduğun insanları düşünüyorum, onları düşünmek bende kötü bir duygu yaratıyor. Sanki, para karşılığında birliktelik yaşayan seks işçisiymişsin gibi geliyor bana. Öyle olsaydın, inan sorun olmazdı. Ama değilsin ve böyleyken, herkesin kolayca elde edebildiği basit birisin adeta. Bu düşündüklerimin cinsiyetçilikle ilgisi yok. Tüm bu düşüncelerim, Hitler'in henüz işçiyken daha fazlasını hak ettiğini düşündüğü için işçilerle yemek yememesi gibi bir şeydi sanırım. Tüm bu kafamdan geçen düşünceleri bir kenara bırakıp, bir kez daha gülümseyerek "istersen eve geçelim" diyorum.

Eve geçiyoruz. Eve geçer geçmez, montunu çıkartıyorsun. Montunu alıp, kendi montumla birlikte askıya asıyorum. Centilmen biri olduğum için önce bir kadeh şarap içiyoruz, daha sonra bir anda yakınlaşıp, öpüşmeye başlıyoruz. Öpüşürken, dudakların hakkında yanılmadığımın farkına varıyorum. Daha sonra üstümdeki kıyafetleri çıkarmaya başlıyorum, sen de çıkarıyorsun. Üzerindekileri çıkarırken, vücuduna odaklanıyorum. Vücudun, tam düşündüğüm gibi, zaten pek yanılmam. Gözlerimi, çıplak vücudunda gezdiriyorum. Sana bu halde bakarken, sen utanıyorsun, mahcup bir gülümse oluşuyor yüzünde, o gülümsemeni yakaladığım için ben de gülümsüyorum. Tamamen çıplağız ve birlikteyiz. O an, sana bakarken bu gecenin değip değmediğini düşünüyorum. Sana katlanmak, seni dinlemek, seninle konuşmaya çalışmak ve her şey aslında bu an içindi. Sen bacaklarını aralayıp, benim üstüne çıkmam için bekliyorsun adeta. Bacaklarını katlıyorsun, belki de oral sekse bir davet bu. Bacaklarından öpmeye başlıyorum, öpüyorum, dudaklarımı hatta nefesimi teninde hissetmeni istiyorum. Hissediyorsun, elinle aşağıya doğru bakan kafamı tutup onu adeta bir araba vitesi gibi kullanmaya çalışman gösteriyor bunu. Ancak oral seks fikri, bana anlattıklarından sonra kötü bir fikir gibi geliyor. Seninle birlikte olan başka erkekleri düşündüğüm için vazgeçiyorum oral seksten. Üstüne çıkıyorum, bacaklarını aralıyorum ve kendimi sana sert bir şekilde bırakıyorum. Canın yanıyor, bağırıyorsun. "Ah" diyorsun, bir anda. Bu bana güç veriyor adeta. Daha sert bir şekilde, daha hızlı bir şekilde gidip gelmeye başlıyorum. Aklıma imge olarak, koca bir kara delik geliyor. Okyanusun içindeymişim gibi hissediyorum. Bu beni daha çok sert yapıyor.  Bağırışların, canını acıttığımı düşünmeme yol açıyor ve nedense canını acıtma fikri çok hoşuma gidiyor. Masadaki o kendinden emin kadını bu halde görmekten mutluluk duyuyorum. Biraz daha gidip geldikçe, terlemeye başlayıp, nefes alıp vermelerim derinleşiyor. Adeta uzun bir aradan sonra halı saha maçı yapmışım gibi. Sevişmeye devam ediyoruz, pozisyonlarımız değişiyor ve tüm bunlar oldukça daha sert davranıyoruz birbirimize. Saçını çekiyorum, sen beni ısırmaya başlıyorsun. Boğazım bir vampirin eseri gibi, ısırıklarla dolu. İçindeyim, içimde olduğumu hissetmeni istiyorum. Her defasında daha sert gidip gelerek, sanki yıkmam gereken duvarları bir balyozla yıkıyormuş gibi. Seni beklediğim her dakika için daha hızlı ve daha öfkeli gidip geliyorum, bana karşı takındığın alaycı her tavır için, bana karşı kurduğun ukala cümlelerin, hatta benim gözüm önümde ayaküstü garson çocukla ettiğin flört için, benden önce birlikte olduğun her erkek ve benden sonra muhtemelen birlikte olacağın her erkek için daha sert ve daha öfkeli bir şekilde gidip geliyorum. Sonra senden gelen bir ıslaklık hissediyorum, bağırmaların daha sık, daha hızlı ve daha kısa bir şekilde artmaya başlıyor. Sana katlanmaya değsin diye hemen bitirmek istemiyorum. Aklıma bir şeyler getirmeye çalışıyorum. Senin birlikte olduğun o erkekleri düşünüyorum, kim bilir nasıl insanlardır. Onlarlarla aynı kadınla sevişiyor olmak, beni öfkelendiriyor. Bu öfke, beni daha hızlı finale götürüyor. Başka şeyler düşünmeye çalışıyorum. Açlıktan ölen insanları düşünüyorum. Afrika'daki çocukları, ölen insanları, savaşları, dedenin prostatını düşünüyorum. Sırf bitmesini istemediğim için.

Eninde sonunda bitiyor, boşalıyorum. "Geliyorum" dediğim zaman ani bir reflekse gövdeni yatağından kaldırıp, yüzünü yaklaştırıyorsun ve yüzünü hak ettiğini düşündüğüm bir şekilde bembeyaza boyuyorum. Hepsi yüzüne gelmiyor ama yüzüne gelenler yüzünden gözünü kapatıp, kahkaha atarak "çok iyiydi" diyorsun. Bunu duymak, hoşuma gidiyor. Nefes nefes bir şekilde yatağa atıyorum kendimi ve sana dönüyorum. Sen de nefes nefese bir şekildesin ve bu halinle çok komik duruyorsun. Sana bakıp, gülümsüyorum. Her şey bu an içindi. Tüm bu, düşünmeler, konuşmalar, buluşmalar, sana katlanmak, seninle ilgili olan her şey bu bir kaç saniye içindi. Sen banyoya giderken, ben elime telefonu alıyorum. Uygulamayı açıyorum ve eşleşmemizi kaldırıyorum. Bu geceyi birlikte geçireceğiz ama bir başka gece olsun istemiyorum. Senin gibi güzel bir kadınla birlikte olmak şimdi benim şansım gibi dursa da, ileride bu birliktelik senin için bir şans olmuş olacak. Telefondan eşleşmeyi kaldırırken, aklıma çok sevdiğim bir yönetmenin bana söylediği bir cümle geliyor. "Hayatındaki insanları iyi seç, çünkü onlar sana kim olduğunu söyleyecek"

Tam bu sırada benim tüm izlerimden kurtulmuş biri olarak çıkıyorsun banyodan ve bana bakıyorsun. Sana bakıp, aklıma gelen ilk cümleyi söylüyorum. "Ay, güneşten daha güzel."

17 Ocak 2018 Çarşamba

Film olmayan senaryolar: Libido #1

Cenaze Evi kısa filmini çektikten sonra iyi olduğunu düşündüğüm fikri ve senaryoyu o kadar kötü çekebildiğim için kendime kızdıktan sonra aldığım geri dönüşlerden sonra kamu spotu tadında şeyler çeken biri olmak istemediğimi fark ettim. Tam o sırada "To My Mother and Father" adlı kısa filmi izledim ve madem bu ülkede böyle şeyler çekebiliyor diyerek öyle bir şey çekmek istediğime karar verdim. Aklıma "LİBİDO" adında bir şey geldi. Bu benim bugüne kadar kadınlarla olan ilişkimi ve aşka bakış açımı anlatacak bir şeydi. Bunun üzerinde kafa patlatırken, aklıma Kayseri'de bekaretle ilgili başka bir şey daha geldi. "Kadının biri, adamın evine gelir. Ama kadın bakiredir" gibi çok basit bir cümleyi kısa filme dökmek istedim. Hangisini çekeceğime karar veremediğim için bunu bir üçleme yapmaya karar verdim ve üçüncü filmin ne konusunu ne de başka bir şeyini düşünmeden ismini "Kan ve Sperm" olarak belirledim. Korku filmi olduğu için Can abiye gösterecek bir şeyimin olmasını istememden dolayı ve makyajı yapacak birini hiç para vermeden ikna edebildiğimiz için "Bekaret" kısa filmini çekmeye karar verdik. Onu çektik. Çektikten sonra üçlemeden vazgeçtim. Ve kısa film beklediğimiz gibi olmadı ama olsun...

İŞTE LİBİDO FİLMİ:

Cenaze Evi'ndeki kamu spotu algısını yıkmak için bir şeyler düşündüğüm zaman aklıma gelen onca şey arasında ilk kez derinleştirmeye çalıştığım şey "Libido" terimiydi. Kafamda ne olduğu ile ilgili çok şey vardı ancak yeterli bulmayarak, araştırmalar yaptım ve o kavramı tam olarak öğrenerek neyi, nasıl anlatmam gerektiğini bulacağımı düşündüm. Adeta yarınım yokmuş gibi konuyla ilgili gerekli gereksiz her şeyi okuyarak, bu kavram hakkında ahkam kesebileceğim bir şeyler edinmek istedim. Hayatıma bir şekilde giren ve Freud'un varlığından haberdar olan insanlar beni hep onunla bir şekilde benzeştirdiği için ona olan bir ilgim, yakınlığım vardı. Bu süreçte biraz daha Freud ile içli dışlı oldum diyebilirim.

Libido ismini belirledikten sonra filmin girişinde "Aşk yoktur, libido vardır" gibi bir alıntı yazacaktı, onu belirlemiştim. Ama içerikle ilgili kafamda net bir şey yoktu, sadece benim aşka olan bakışımın yer almasını ve üzerimdeki "ailenin efendi çocuğu" imajını yıkmak istiyordum. Bunları sağlayabilecek bir şeyler düşünürken, aklıma o dönem birlikte olduğum bir kadın sayesinde bir fikir geldi. Onun yatak odasında, ben onun yatağında yatarken, o ayna karşısında iç çamaşırıyla kendisine bakıyordu. Ona büyük bir arzuyla bakarken, aklıma bir şeyler geldi. Daha doğrusu o an sadece onu izleyip, arzumu dindirmek niyetindeydim. Sanırım ertesi gün, buradan yola çıkarak aklımda bir şeyler oluşmuştu.

Aşk ile seksin aslında aynı aşamalardan oluştuğunu gösteren bir şey çekecektim. Çünkü yatakta, ona doğru bakarken bunu fark etmiştim. Kısa film; aşk ile seks olmak üzere iki ayrı hikayede geçecekti. Bir kadın ile bir erkeğin ilişkisini, hem seks üzerinden hem de aşk üzerinden gösterip aslında aynı evrelerden oluştuklarına dikkat çekecektim. Aşk evreninde kadın ile erkek tanışırken, seks evreninde bunun karşılığı yatak odasında yatağa geçmeleri olacaktı. Kadın soyunurken, erkeğin yatakta onu izlemesinin aşktaki karşılığı ilişkinin hemen başlarında erkeğin, karşısındaki güzelliğe olan bakışlarıydı. (Ahmet Kural, Sıla'ya bakıyor evresi) Kadın soyunduktan sonra erkek onun vücuduna bakacak, baktığında ufak yara izlerini, kusurlarını görecek ve o yaraları öpecekti. Bunun aşktaki karşılığı ise kadının, erkeğe eski sevgililerinden, çektiği acılardan bahsetmesi olacaktı. Hem aşk hem seks evrenindeki benzerliği böyle gösterdikten sonra final sahnesinde her iki evren bağlanacak, tek bir evrene dönüşecekti film. Filmin sonunda, kadın gidecek, erkek yatakta kalarak, giden kadının arkasından bakacaktı...

Böyle bir film çekmek istemiştim. Hatta kafamdaki erkek oyuncu belliydi, Efecan Şenolsun'du. Ancak olmadı, oynamadı. Zaten ben de çekemedim. Ama işte kadınlara olan ilişkim budur. İlk defa otobiyografik bir şey yapacaktım, yapamadım. Bu filmi çektikten sonra söyleyecektim ama madem çekemedim, yine de söyleyeyim: "aşık olmayan sadece arzulayan tüm insanlara."

13 Ocak 2018 Cumartesi

Odamdan notlar #1

KOYU ANTOLOJİ 
Teoman'ın yeni albümü dinledim, çok beğendim. İntihara meyilli olduğum gecelerde, dinleyeceğim bir albüm olmuş. Neticede herkesin ölmeden önce dinlemek isteyeceği bir şarkı vardır.

Ne şarkılar yapmış zamanında, ne sözler yazmış. O şarkılarını dinlerken, aklıma geldi. Keşke; onun eski şarkılarını bir başka şekilde yeniden söylemesi gibi, ben de aynı hatalarımı bir başka şekilde yeniden yapabilsem.

GÜZEL KADINLAR 
Dünyada güzel kadınların olması iyidir. İnsana yaşamak için sebepsizce bir neden verir. Güzel kadınların, güzel olduklarının farkında olması da iyidir. İnsana ne kadar çirkin olduğunu hatırlatırlar. Çirkin olduğunu hatırlamak da iyidir. Neticede, insan neden sevilmediğinin farkına varır.

HAYATIN ANLAMSIZLIĞI
Dünya üzerindeki her şey ve herkes, elbet bir gün anıya dönüşmüş olacak. Eninde sonunda koca bir fragmana dönüşeceğini bildiğin yeni filmlere ne gerek var o zaman?

SENİ SEVİYORUM 
Söylemek isteyip söyleyemediğim seni seviyorum'lar, söylememem gerekip söylediğim seni seviyorum'lara dönüştü.

KOŞAN AT 
Kaybetmeye koşan atlar da yorulur ve kazanan atı da acı çekmesin diye öldürürler.

GÜÇLÜLERİN ORTAK KADERİ
Tanrı'ya seslendim ama duymadı. Çok güzel bir kadına yazdım ama cevap vermedi. Dün bir çalışan, patronundan azar yedi. Bugün, bir adam geçinemediği için meclisin önünde kendisini yaktı. İşte hep bu hep böyledir. Ezilenleri bilmek için, güçlüleri tanımak gerekir.

7 Ocak 2018 Pazar

Bazı anlamlar #1

Alo: Sana işim düştü.
Müsaitsen görüşelim mi?: Seninle seks yapmak istiyorum.
Ahahaha: Söylediğim şeye tepki gösterme diye cümlemi şakaya vurarak, yumuşatmak istedim.
Seni seviyorum: Sen de beni sev.
Ünlü youtuber: IQ'su düşük, seviyesiz ama izleniyor.
Mihriban: Kapat şunu Muhittin abi.
Albayım: Olric ile birlikte bizlere dostken, şimdilerde ucuz bir arabesk ögesi.
Tinder: Fakirin ekmeği.