17 Temmuz 2020 Cuma

24. yaşıma mektup

sevgili 23. yaşım,
senden önce unutmak istediğim çok yaşım oldu ama sanırım keşke seni hiç yaşamamış olmayı daha çok isterdim. yaşadığım bunca şeyin, kocaman bir yaşa sığmış olmasına halen anlam veremiyorum. öyle ki, asırlar sürmüş gibiydin. izmir'de kavuştuğum sana, istanbul'da veda ediyorum. hayatımda sahip olduğum bir şeyden bu kadar kolay vazgeçebiliyor olmak benim için sevindiriciyken, bunu sadece sana yapabiliyor olmamın üzüntüsünü yaşıyorum. kim bilir belki de etrafımdaki herkesi dinleseydim, sana izmir'de kavuşmuş olmasaydım, daha iyi olurdu. bunlar için seni suçlamaz, etrafımdaki insanların haklı çıktığına tanıklık etmezdim. ancak yine de tüm bunları yaşamış biri olmanın, yani seni arkada bıraktığımda hissedeceğim duygunun, aldığı mağlubiyetle gururlanan -bazı mağlubiyetleri alırken gösterilen mücadele, sonuçtan daha ötedir- bir futbol takımından farksız olmayacağını düşünüyorum. sonuçta öyle bir mağlubiyet ki bu, ya şöyle dönüp baktığımda bir kara leke olarak benimle kalıp büyümeye devam edecek ya da daha büyük başarılara götürmek için yapılacak radikal değişimlerin öncüsü olacak. umut ediyorum ki, şimdi bu beklemediğim mağlubiyet ve hak etmediğim bir şekilde yaşadığım başarısızlığın beni olumlu yönde etkileyecektir. bugüne kadar her zaman böyle oldu, şimdi de biraz daha zor olsa dahi yine aynısı gibi olacağına inanmak istiyorum.
kim bilir diğer insanlarda olan bahanelerin arkasına saklanma ya da kendi sorumluluğunu kabul etmeme gibi çoğu tamamen insani olan bu duygulara sahip olabilseydim. ancak, sen ve senden önce 22 tanıştığım yeni yaşın bana gösterdiği en büyük şey, hiçbir zaman bu insani duygulara sahip olamadığımdı. ve şimdi seninle birlikte bunun en büyük örneğini görmekteyim. sanki yaşadığım her şey, tamamen benim -olduğum kişi- yüzümdendi, benim yaptığım veya yapamadığım şeylerle ilgiliydi. ancak herkesin kabul ettiği bir şey vardı ki, ben elimden geleni yapmıştım. yine de herkesin söylediği bu cümlelere karşı, herhangi bir bahanenin arkasına sığınmayıp tüm sorumluluğu üstlenerek, sanki başka bir şekilde davransaydım her şeyin daha farklı olacağını düşünmekteyim. sanki kurtarma şansım varmış da bunu başaramamış gibi. hastasını ihmal yüzünden öldüren bir doktor gibi. ya da tüm bunların nedeni kendimi bir insandan daha çok bir peygamber olarak -herhangi bir dinin değil, belki insanlığın, belki yalnızlığın, belki nezaketin, belki de insanlar için artık önemini yitirmiş her kavramın- hissetmemdir. ancak ben bir peygamber değilim, her şeyi her zaman doğru yapamam. her ne kadar etrafımdaki tüm insanlar, benim hata yapmaya hakkım yokmuş ve bir peygambermişim gibi her şeyin doğrusunu yapma mecburiyetim varmış gibi düşünseler de aslında kusurları, zayıflıkları, hataları olan ve hatta bunlara oldukça fazla bir şekilde sahip bir insanım. peygamber olmayı denedim, çabaladım ama beceremedim. -hiçbir şeyi becerememiş biri, peygamber olmayı da beceremez nihayetinde- gösterdiğim çabadan, yaptığım her şeyden, anlayışımdan ya da kendimden ödün olarak verdiklerimden dolayı takdir ya da basit bir teşekkür beklerken, çarmıha gerilmek benim için sürpriz oldu. eminim İsa için de öyle olmuştur. ama eminim o da, en çok güvendikleri tarafından çarmıha gerileceğinin farkındaydı. ve belki İsa da, tıpkı benim gibi bu yüzden kendisine ihanet edenlere değil, daha çok güvendiği isme, çarmıhta canını verirken söylediği son sözde olduğu gibi ''beni neden terk ettin?'' diye sordu. ancak o da, yine tıpkı benim gibi cevap alamadı.
şimdi çarmıha gerilmiş eski bir peygamber ya da alınan mağlubiyetin ardından tüm sorumluluğu üstlenerek tribündeki taraftarların yuhalanması için ortasahaya adımlar atan bir teknik direktör gibi kendi hayatımın ortasında oturmuş, hayatımdaki insanlara bakıyorum. söylediği cümleleri ezberledim, onları duymak istemiyorum ama kendilerini iyi hissetme çabalarının farkında olduğum için herhangi bir şekilde bölmeyerek kendilerini rahatlama şansını onlara veriyorum. daha sonra duymak istediği şeyleri söyleyip beni bir daha rahatsız etmemelerini bekliyorum. bunu yapıyorlar. o zaman rahatlıyorum. keşke, herkes ve her şey beni bıraksa, ben de rahatlasam. herhangi bir beklentiyi karşılayamamanın, hayal kırıklığı olmanın ya da bir beceriksizliğimin bir parçası olmanın utancını yaşamasam artık. tüm rollerimden kurtulsam, tüm sıfatları bıraksam, en yalın halime dönecek kadar soyunsam bütün yüklerimden. belki o zaman, kim olduğumu hatırlayabilirim. ama şimdi, her şey birbirine girmiş gibi. duygularım, düşüncelerim ya da bunun gibi çok şey. işte bu yaşım, bana içimden söküp atamadığım kocaman bir kırgınlık ve ne yapacağımı bilememe halini getirdin. belki de etrafıma baktığımda, özellikle yaşıtım olan ve benzer bir yerden dünyaya baktığımı düşündüğüm her insanın bana yakın düşüncelere sahip olduğunu görüyorum. bir noktada sevgili 23. yaşım belki de kızılacak ya da bir şeyler için suçlanacak en son kişi sensin.
şimdi belki de mezun olmuş, sinema bölümünü bitirmiş biri olarak yazıyorum. peki, beni ne bekliyor? bilmiyorum. her ne kadar tanıdığımı düşündüğüm ya da çok sevdiğim insanlar olsa bile herhangi biri yok. zaten setlerde çalışmak adına çok kibarım. bunu yapabilecek biri miyim? emin değilim. gelecek kaygısı olarak adlandırılan ve benim neslimin yaşadığı bu durum, beni korkutuyor olsa da bir yazar olduğumu düşünüyorum. en azından böyle olduğumu düşünmek bana iyi geliyor. hayatımı okumaya ve yazmaya adamış biri olarak, şimdi yaptığım şeyin, yani edebiyatın ve sinemanın peşinden gitmenin, tutkularım için savaş vermenin doğru bir karar olup olmadığını sorguluyorum. çünkü, bu işte yetenek ya da istek, arzu vs. gibi duyguların önemli olmadığını anladım. diğer insanların PR ya da marketing adı altında kendilerini satmasını kendime uygun bulmuyorum. sanki pazarlamaya ihtiyaç duyulan boktan bir ürün gibi hissetmek, o rakı sofralarına oturup ya da herhangi bir davette kendimi bir vitrinin içinde hissetmek istemiyorum. bu mümkün mü? değil. yani değişmeliyim. dünya ile aramda her zaman sahip olduğum, bir şekilde koruduğum ve korumaya çalıştığım bu saf ilişkiyi bozmam gerekiyor. öyle ki, bu saf ilişkimi bozacağım. ve hayatımdaki her şey, bir markayla yaptığım reklam anlaşmasına dönecek. yaptığım bütün bu adımlar, marka yönetimi gibi olacak. ve ben, bu yaşımda, yani 23. yaşımda kaybettiğim ve gerçek olan tüm sahip olduklarımı özleyeceğim. hatta özlediğim çok şey var ancak geri gelmeyeceklerini biliyorum.
sevgili 24. yaşım senden pek fazla bir şey beklemiyorum. sadece aidiyet hissini özledim. o duyguya ihtiyacım var. eve dönmek istiyorum. bir evimin olup olmadığını ya da o evin beni isteyip istemediğini bile bilmiyorum. sadece anlaşılmak, kendime duyduğum kuşkuyu dengeleyecek, bana güven verecek ve inanabileceğim bir evin arayışındayım. -Van Gogh için denmiş bu şeyi sahipleniyorum, artık sahiplendiğim tek şey sanatla ilgili ama sanat ya da herhangi bir şey bile artık eskisi kadar heyecan vermiyor bana- lütfen sevgili yeni yaşım, bana bir zamanlar var olduğunu bildiğim ama şimdi nerede olduğundan bile yoksun olduğum o evi bana geri getir! kendini bir yere ait hissedebilmenin dayanılmaz hafifliği, bana iyi gelecek..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder