28 Şubat 2018 Çarşamba

terrence malick, knight of cups filmini çekmeseydi ben çekecektim.

Facebook durum güncellememden alıntıdır.

"kim olduğunu unutan bir insan, olduğunu unuttuğu kendisiyle aynı kişi midir?" diye soruyorum ona. sorduğum sorunun karşısında gülümsüyor, ne diyeceğini bilemiyor. onu gülümserken görünce, ben de gülümsüyorum. çünkü o çok güzel gülüyor, bana ise gülmek o kadar yakışmıyor. onun bu halini görünce, onu güldürmek istiyorum. bildiğim tüm komik şakaları yapmak, aklıma gelen komik cümleleri kurmak istiyorum. çünkü o çok güzel gülüyor. komik biri olmanın peşindeyim, sırf onu güldürebilmek için.

gece bitiyor, güneş beliriyor. o yatağında uyuyor ben ise onu uykusunda seyrediyorum. onun uykusunda da çok güzel olduğunu fark ediyorum. çok güzel uyuyor. saat takmadığım için telefonumun saatine bakıp, evden çıkıyorum. uyanmadan, gitmiş olmalıyım. evden dışarı çıkıyorum, kadıköy sokaklarında yürüyorum. bu saatlerde boş olmasını seviyorum. nedense bu saatlerde bu sokaklarda yürüyünce, kadıköy'ün sahibiymiş gibi hissederim hep. yine öyle hissediyorum. kendime gelmek için açık olan bir çorbacıya giriyorum. çorbacı tam olarak açılmamış. girişinde garsonlardan birisi, dükkanı süpürüyor. garson bana bakıyor, gözlerinde dükkanı yeni açtıklarını ve bu saatte burada ne aradığımı sorarmış gibi bir ifade var. "daha açmadık" diyor sert bir şekilde. bir şeyler söylemekle, söylememek arasında gidip geliyorum. bir şey söylemeden, çıkıyorum dükkandan dışarı. şimdi bir çorba içseydim iyi geleceğini düşünüyorum. hatta sigara içen biri olsaydım, çorbayı içtikten sonra sigara içmenin ne kadar iyi gelebileceğini düşünüyorum. çayı seviyor olsaydım, sigaranın yanında çay da iyi gider diye aklımdan geçiyor. sabahın ilk saatlerinde, insanın tüm bunları düşünüp düşünemeyeceği düşüncesi aklımı ele geçiriyor.

adımlarımı attıkça, aslında yürümekten daha çok savrulduğumu düşünüyorum. bir yere gitmem gerektiğinin farkındayım ama nereye gitmek istediğimden emin değilim. bir yere varmak istiyor muyum onu da bilmiyorum. bir ara sokakta polislerle göz göze geliyoruz. gözlerimi kaçırıyorum onlardan, bir yandan da içten içe beni durdursunlar istiyorum. ama bana bakıp, yanımdan gülümseyerek geçiyorlar. ciddiye alınmadığımı düşünmek, sinirimi bozuyor. sakalım çıkmıyor henüz, çok temiz yüzlüyüm ve kötü bir şeyler yapabileceğim akıllarından dahi geçmiyor. bu insanı, daha çok suça teşkil ediyor ama farkında değiller. sırf bu imajı bozabilmek için, 22. yaş günümde sakalımın çıkmasını istiyorum. rüzgarın etkisiyle uçuşan bir bim poşeti geçiyor önümden. düşünüyorum, ben de öyle mi gözüküyorum dışarıdan? belki uçuşan bir poşet olabilirim ama bim değilimdir herhalde. sırf bu yüzden, giyinmedim mi üzerimdekileri? bir an, üzerimdeki şeylerin ağırlığını fark ediyorum. taşıyamayacağım kadar büyük geliyor. bunca yıl boyunca sanki başkalarının hayatlarını yaşamışım gibi hissediyorum o an.

birinden kaçıyormuş gibi koşmaya başlıyorum. koşarken, eskisi kadar hızlı koşamadığımı fark ediyorum. kilo aldığım gerçeği, beni üzüyor. pazartesi günü spora başlayacağım diyorum kendi kendime. bunu kaçıncı deyişim kim bilir. kondisyonum çok kısa bir süre sonra bitiyor, çok üzülüyorum. halı saha maçı ayarlamak istiyorum, sırf bu yüzden. erken boşalmışım gibi bir utanç var üzerimde. ben tüm bunları düşünürken, bir kadınla göz göze geliyorum. tanıdığım, benden üç dört yaş büyük, bir kadın oyuncu bu. onun gözlerine bakarken, olduğum yerde kalakalıyorum adeta. görmeyi hiç beklemediğin birini, hiç göreceğini ummadığın bir yerde görmenin neden olduğu bir şey. ona bakarken, istemsizce gülümsüyorum. o da, bana bakıp gülümsüyor. "naber?" diyor. beni tanıdığını düşünüp, mutlu oluyorum ama belki de o da refleks olarak söylüyor bunu. oldukça kendinden emin, net ve hatta sert bir tavırla. "naber?" sorusunu kafamda heceliyorum. ona cevap olarak verebileceğim tüm alternatifleri düşünüyorum. ne demem gerektiğini bilmem gerek. onun söylenmiş basit ve boktan bir kalıp cümlesi olduğunu bilmek yerine, anlam yaratmak istiyorum. "iyiyim, siz?" diyorum. siz dedikten sonra düşünüyorum. sen deseydim, çok samimi gelebilirdi. insanın, tanımadığı birine siz diye hitap etmesi gerektiğini çoktan öğrendiğimi göstermeliyim. ama sonra onun çok resmi olup olmadığını düşünüyorum. "iyiyim ben de" diyor. "ne yapıyorsun burada?" diye soruyor. ve cümlesini bitirmeden, verebileceğim tüm cevapları düşünmeye başlıyorum. onu etkileyebilecek bir şey söylemeliyim. onun profilini çıkarıyorum. neler paylaştığını, hayata nereden baktığı ve ne yaparsam onun hoşuna gidebileceğini düşünüyorum. tüm bu düşünmeler, saniyeden daha kısa bir zaman içerisinde oluyor. "bir arkadaşımlaydım şimdi eve geçiyorum" diyorum ve ekliyorum, "siz?" o da yoluna devam etmeye hazırlanan bir şekilde "ben de sete geçiyorum" diyor, gülümsüyor. "görüşürüz" diyor giderken. ben de istemsizce kısık bir sesle, "görüşürüz" diyorum. duymasının önemli olup olmadığını bildiğim için.

onun arkasından bakarken, verdiğim cevapları düşünüyorum. biriyle konuşmadan önce, söyleyeceğim her şeyi kafamda çoktan düşünmüş olurum. hatta, onun bana söyleyebileceği tüm cevapları da düşünür, önceden hazırlıklı bir şekilde ona cevaplar vererek, konuşmayı sürdürürüm. ancak tüm bunların dışında, kafamdaki senaryonun ötesine geçildiği, ani gelişen olaylar beni her zaman ne yapacağımı bilememeye iter. ve ben o anlarda ne yapacağımı bilemem. insanların beni, konuşmayı bilmeyen, gerizekalı olarak gördüğünü düşünürüm. aslında sorun, insanlara benim cevap veriyorken, onların bunları duymamasıdır. her neyse. sahile doğru yürüyorum, moda sahile inince, orada uçurtma uçuran çocuklara denk geliyorum. uçurtma, ruh halimi anlatıyor diye aklımdan geçiriyorum. ama sonra çok klişe geliyor. sonra gökyüzüne doğru kaldırıyorum kafamı. peki ya bulutlar? onlar da bana benzemiyor mu? acıktım. bu kadar çok alkol aldıktan sonraki sabahta ağzımın tadı bana her seferinde bok gibi geliyor. yetmiyor, kendimi kokluyorum. her kadının aynı koktuğunu düşünüyorum. bu koku hiç değişmiyor ve bu kez bu koku da rahatsız edici geliyor. bir yere gitmek istiyorum ama aslında nereye gitmem gerektiğinden emin değilim. bir yere gitmek istedikten sonra nereye gittiğimin ne önemi var ki?

yürüyorum. adımlarımı attıkça, ne olduğumu unutmaya başladığımı fark ediyorum. daha kötüsü, kim olmak istediğimi de öyle. olduğunu düşündüğüm kişinin olmadığımı bilmek, bana acı veriyor. nereye gittiğimi bilmeden adım attıkça anlıyorum, ben bir poşet gibi savrulup gideceğim ve tıpkı bir uçurtma gibi yere çakılana kadar havada kalacağım. tüm bunların farkında bir şekilde, şimdi kendime soruyorum; kim olduğumu unuttuğuma göre, hala kim olduğumu unutmadan önce olduğum kişi miyim?

1 yorum:

  1. Casino Finder - Search Results For - JT Hub
    Looking for Casino Finder? ⏩ Get results about casinos across 창원 출장안마 the globe with 창원 출장마사지 JTG Hub - search 오산 출장샵 results for gambling 구리 출장안마 on the Internet, 당진 출장안마 mobile or tablet.

    YanıtlaSil