21 Nisan 2018 Cumartesi

İstanbul Film Festivali notları (2018)

istanbul film festivali'nde izlediğim filmler ve görüşlerim:

(facebook profilimden alınmıştır. çok fazla detaya girmeden, kendim için tuttuğum kısa notlardır)

- you were never really here.
filmekimi'nde iptal olmuş ve izlemediğim için çok üzülmüştüm. izledim ve hayran kaldım. filmin eleştirilebilecek tüm özelliklerinin, yönetmenin isteği ve bilinçli olarak yaptığı bir şey olduğu için filmi çok sevdim. rahatsız etmek için elinden geleni yapan ve rahatsız eden film. müziğin kullanımı, seyirciyi sıkmayan aksine her geçen dakika daha fazla sürükleyen temposu, joaquin phoenix'in ders niteliğinde muhteşem oyunculuğu muazzam. filmin içinde var olan karmaşıklık, bence bir sorun değil aksine filmden daha fazla haz almamı sağlayan şey. yönetmenin bilinçli bir isteği olarak düşünüyorum. çok çok sevdim bu filmi. en güzel yorum ise: "21. yüzyıl Taxi Driver'ı."

- 24 frames. 
abbas kiyarüstemi'yi ve filmlerini çok seviyorum. ama sinema dilini ve anlayışına çok uzağım. enfes bir güzelliği olan 24 kareyi bizlere sunmak istiyor, harika şarkılar eşliğinde. ancak ben filmin yarısında (12. karede) çıktım.ilk kez bir filmin yarısında çıktım maalesef çünkü dikkat dağınıklı olan benim için muhteşem bir eziyete dönüşmüştü. ama evimde sardırarak ya da rahat bir şekilde izleyeceğimi düşünüyorum.

-holiday. 
tolga karaçelik, sundance film festivali'nde izlemiş ve bu filmi önermişti. ben bu yüzden çok fazla merak ediyordum. türkiye'de bodrum'da çekilen bu filmi fazlasıyla beğendim. senaryonun zayıflığına rağmen iyi film olduğunu düşünüyorum. çok sert sahneleri var. özellikle bir tecavüz sahnesi var ki, gaspar noe'nin dönüş yok filmindeki malum sahneden sonra gördüğüm en sert sahnelerden biri.

-alanis.
benim için en büyük hayal kırıklığından biri oldu. çok güzel bir afişi ve konusu olan ancak senaryodaki eksiklikler, klişeler, türk dizilerinin bir filme sıkıştırılmış hali gibiydi. film çok bilindik, yeni hiçbir şey sunmayan bir film. hiç sevmedim.

- l'amour des hommes of skin and men. (erkeklere bakmak)
konusu, adı, afişiyle nefis iddialı bir film. ancak bu kadar iddialı olup, böyle bir film olmasını sevmiyorum. benim de sık sık başıma gelen, "kadın oyuncuya sorun olmasın, böyle yapalım" formülleriyle kurtarılmaya çalışılmış bir film. onun dışında senaryoda o kadar kopukluk, her şeyin hızlıca olması, anlam verilmeyen olaylar, neden var olduğu anlaşılmayan karakterler, Yeşilçam filmlerindeki gibi kötü-iyi karakterlerin var olması gibi çok sorun var. niyeti iyi film ama iyi film olmaktan uzak bence. Hafsia Herzi gerçekten başarılı bir oyuncu.

- disobediance (itaatsizlik) 
bence fena film değil. sadece son sahnelerinde baya bir sıkıntı var. orta yolu bulmak istiyor gibi. formül kokan ve çoğu kez tahmin edilebilir senaryosu, bir kaç kez "artık bitsin" dedirtiyor olmasına rağmen devam etmesi gibi çok defosu var ancak ben yine de sevdim filmi. rachel weisz ile rachel mcadams'ın uyumu ve performansları muhteşem. sevişme sahneleri de etkileyiciydi.

- cameron post’a ters terapi 
sundance film festivali'nin 'drama dalında büyük jüri ödülü'nü kazanan bu filmi eğer benim gibi amerikan bağımsız sinemasını seviyorsanız seversiniz. amerikan bağımsız filmlerinin kaliteli işlerinden. benim kuşağımın çılgın atan iki ismi chloe moretz (kariyerini bu yöne çevirmesi hoş) ve sasha lane ise döktürüyor.

-unsane (saplantı)
tamamı iPhone ile çekilen bu film, ne ile çekerseniz çekin iyi film, iyi filmdir diyor. çok beğendim. hiç kopmayan temposu, oyunculukları, ters köşeleriyle baya baya iyi film. özgün bir konusu olmasa dahi işleyişi bakımından fark yaratmış. (ayrıca rexx'de izlerken, filmin yükseldiği anda bir abi, "huh" diye bağırdı. tüm salon filmi bırakıp, ona gülmüştük. bu da güzel bir anıydı) tek sıkıntısı, kötü karakterin çok havada kalması geldi.

-lowlife (sefil hayat)
can evrenol'un önerisiyle izlediğim bu filmi çok sevdim. normalde bir başka filme bilet almıştım ama can abi, "mutlaka izlemelisin" deyince tabii ki kaçırmadım. festivalin sürprizlerinden oldu benim adıma. 'pulp fiction'' tarzı kurgusu ve esintileriyle, düşük bütçesiyle çok iyi iş çıkarmış tarantinovari bir film. filmi izlerken bazı yerlerde senaryonun gazabına uğrasam da çok sevdim. sert sahneleri özellikle çok başarılı buldum. ayrıca filmin yönetmeni çok sempatik bir adam. ve modadan anladığını söyleyebilirim. çünkü gece boyunca ceketimi övdü...

-mektoub, my love: canto uno (kısmet, sevgilim: ilk şarkı)
festivalin en büyük hayal kırıklığı! 3 saat boyunca hiçbir şey anlatmadan bize bir şeyler izletti. "mavi en sıcak renktir" filmini çektikten sonra en üstlere çıkardığı beklentiden sonra ne yapsa belki hoşuma gitmeyecekti ama bu kadar berbat bir film beklemiyordum. filmin ilk sahnesini gördükten sonra gülümsedim, gaspar noe'nin love filmi gibi bir şey beklemeye başladım. ama ondan sonrası çöp. çok güzel kadınlar var, gerçekten çok güzeller. ve etrafında çok çirkin erkekler var. bir ana karakterimiz var, kafka gibi bir şey. amcası, kuzeni yanındaki kızı alıyor. garibimin sesi çıkmıyor. kendisi dışında herkes seks yapıyor. bence zaten yönetmen, kendisini anlatıyor. ikinci filminde, ilk filmde yazar olan ana karakterimizi yönetmen olarak göreceğiz gibi. umarım bu filmi eski sevgilileri falan izlemiş ve onlardan intikam alarak mastürbasyonunu gerçekleştirmiştir. (bu filmde adeta döktüren Hafsia Herzi'ye mesaj attım, sonra tanıştık, Bekaret'i izlettim, bana gösterime girmemiş filmini attı. sonra numarasını verdi, sonra Fransa'da görüşmek istediğini söyledi. bu yüzden mutluyum ama) ayrıca bu yönetmenin hiç mi arkadaşı yok? seveni yok? bu filmi yapmaması için uyarmamışlar adamı...

-touch me not (dokunma bana)
altın ayı ödülünü kazanan bu filmi çok sevdim. epey farklı bir dili olmasına rağmen çok beğendiğimi söyleyebilirim. kendisine dokunulmasını istenmeyen kadının tepkilerini ve değişimini ekstra çok beğendim. ayrıca grup seks ve bdsm sahnelerini de sevdim. müziğini de çok yakıştırdım, daha filminin müziğine benzettim. kafamda soru işaretleri veya eksik kalan kısımlar olsa dahi güzel bir iş olmuş. altın ayı ödülünü kazanınca daha iyi bir film bekliyordum ancak buna rağmen iyi film olduğunu söyleyebilirim.

-kelebekler. 
tolga karaçelik'in kelebekler filmini çok sevdim. galiba çekmek istediğim filmi çektiği için de kıskandım. amerikan bağımsız sinemasının en sevdiğim filmlerinden garden state filmiyle çok benzerlikler taşıdığını düşünüyorum. özellikle filmde çılgın atan bartu'nun oynadığı karakter, annesinin ölümü, baba figürü gibi çok şey. bunun dışında cenazede kıkırdamak gibi bir film olduğunu söyleyebilirim. sadece en büyük eleştirim filmin final sahnesine. onu izleyince, "hassiktir" diye tepki verdim ve güldüm. ama komik olduğu için değil, sinirim bozulduğu için. çünkü o kadar dakika izlediğin bir filmin sonunda öyle bir son gerçekten hayal kırıklığı oldu benim için. tolga abi bunu bilerek yaptığını, söylüyor, bu tepkilerin geleceğini bildiğini ama yine de yapmak istediğini. onun isteğinin yerine geldiğini söylesem de yine de finali sevemedim ben. fıkrasına gülünmeyen adam gibi. bir fıkra anlattı son sahnesiyle bize "inanmadınız ne oldu şimdi?" diye bir kez daha sorup gülümsemiş adeta.

-put şeylere. 
onur ünlü'nün en onur ünlü kokan filmi. onur hocayı çok severim, beni bu yola iten adamlardan biridir, çok şey anlattı bana. beş şehir filmindeki şair karakterini izlemiştim ve ondan sonra yönetmen olmaya karar vermiştim. ve bence onur ünlü ile konuşurken yaşadığım durum bu filmde var. onunla konuşurken, çoğu zaman "anladın mı?" diye sorar bu bir es vermesidir. daha sonra cümleye bambaşka bir yerden devam eder. ve ben o konuşurken, gerçekten onu anlamış gibi olurum. ancak ayrılıp eve döneceğim zaman "ne konuştuk biz ya?" diye kendi kendime sormuş oluyorum. bu filmin karşılığı benim için tam olarak budur. onur ünlü'nün yazarlığını, yönetmenliğinden daha çok seviyorum. bu filmde de ortada ne kadar çok şey bildiğini gösterip, entelektüel bir boşalma gerçekleştirmiş. ortada çok iyi bir metin var. onur ünlü'nün sürekli olarak bahsettiği, "yeni sinema dili" olayını anlıyor ve destekliyorum. bu yüzden, kötü olarak adlandırılabilecek bu deneysel filmi, ne yapacağı ve karşılığı belli olarak yapılan iyi filmlere tercih ederim. bu filmi ben anlatamam, oyuncular anlamadıklarını söyleyip anlatamadı, onur ünlü "ben de anlatamam" dedi. öyle bir film işte. ama tekrar izleyip, bazı cümleler üzerine kafa yormak istiyorum.

ayrıca Godard'ın ardından en sevdiğim yönetmen olan Bergman'ın; "Güz Sonatı, Yedinci Mühür, Persona, Yaban Çilekleri, Sessizlik, Utanç, Bir Evlilikten Manzaralar" filmlerini sinemada izlemek çok güzeldi.

ve ayrıca en sevdiğim filmlerden olan Paris,Texas'ı yine aynı şekilde sinemada izlemek muhteşemdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder