17 Mart 2018 Cumartesi

Kendisini, kendi öldürdü

Evinin salonunda misafirini beklerken, kapı çaldı. Kapıyı açtı, karşısında kendisi vardı. Karşısındaki kendisine baktı, olduğu kendisinden daha uzun boylu, daha zayıf, daha yakışıklı, kaslı ve iyi giyinen birisi olduğunu fark etti. Gördüğü kendisinin, olduğu kendisinden tamamen farklı olmasından dolayı yaşadığı ufak şaşkınlığın ardından onu içeriye davet etti. Evin kapısından içeriye doğru giren kendisi, evine daha önce gelmiş gibi hiçbir şey söylemeden ve sormadan direkt salona geçti, üçlü koltuğun tam ortasına yayılarak oturdu. Ağzındaki sakızı çiğnemeye devam ederken, bir bacağını diğer bacağını üstüne getirdi. Olduğu kendisi, misafir kendisinin bu tavırlarından rahatsız olmuştu. Bu tavırdaki tüm insanlar, onu rahatsız ediyordu zaten.

"Niye geldin?" diye sordu, ev sahibi kendisi. "Çünkü" diye cevap verdi, gördüğü kendisi. "Senin bu halinden utandığım için geldim." Ev sahibi olan kendisi şaşırdı, böyle bir cevap beklemiyordu. "Ne varmış ki halimde?" diye sordu, endişeli bir şekilde merak ederek. Karşısındaki kendisi, alaycı bir gülümseme ile cevap verdi. Gülümsemesinin ardından olduğu kendisinin, kendisine olan bakışlarını görünce hemen cümleye girdi. "Aynaya hiç bakmıyor musun?" diye sordu. Cevap gelmeyince tekrar devam etti. "Şu haline bir bak. Bir emekli fahişenin, darmaduman olmuş amı gibisin" Olduğu kendisi, karşısındaki kendisinin kullandığı bu argo tabiri duyunca şaşırdı. Pek hoşnut olmamıştı bu cinsiyetçi benzetmeden. "Kilo aldın, hayvan gibi oldun. Alkol almaktan, dişlerinin ne durumda olduğunu ve göbeğinin son halinin farkında bile değilsin. Su saçının başının, giydiklerinin bir haline bak? Sana acıyorum" diye devam etti. Olduğu kendisi, bir şey diyecek gibi oldu ama gördüğü kendisine bir şey söylemekten çekindi. Zaten kendisi, hep böyleydi. İnsanlara doğruyu söyleme cesareti olmadığı için, insanlara söyleyebildiklerini kendi doğruları gibi göstermek zorunda kalıyordu. Bu hayatta, başına ne geldiyse bu çekingenliği ve korkaklığı yüzünden gelmişti ama yine de bundan vazgeçmiyordu. Onun bir şey diyemediğini gören misafir kendisi, ona küçümseyici gözlerle bakarak, "sen tüm bunlara iste kibarlık de, ister nezaket. Ama tüm bunların nedeni korkaklığın. Sen korkağın tekisin. Hatta zavallısın da. Korkak olduğun için mi zavallısın yoksa zavallı olduğun için mi korkaksın? Bilmiyorum." dedi.

Olduğu kendisi, misafirliğe gelmiş gördüğü kendisinin söyledikleri karşısında ne yapacağını bilemiyordu. Bir yandan ona karşı gelip, söylenmek istiyorken bir yandan da içten içe onun haklı olduğu düşüncesini taşıyordu. "Bak şu haline" dedi, misafir olan gördüğü kendisi ve devam etti: "ne kadar yalnızsın farkında değil misin? Hani, hayatındaki o insanlar? Hiçbiri yok, hiç kimse yok" Olduğu kendisi, önce kabul etmek istemedi bunun doğruluğunu. Daha sonra ufak bir düşünmeyle, ne kadar yalnız olduğunun farkına vardı. Yalnızdı, kendisi de biliyordu. "Yalnızım" dedi, "Allah kadar yalnızım." Misafirliğe gelen, gördüğü kendisi ise verdiği bu cevabı duyar duymaz gülümsedi. Alaycı bir gülümsemeydi yine bu. "Doğru" dedi, "ama onun yalnızlığı, onun gücünden. Senin yalnızlığın ise güçsüzlüğünden." Olduğu kendisi yalnızlığını fark ettikten sonra içten içte bir huzursuzluk yaşamıştı. Düşününce, düşündüğünden daha da yalnız olduğunu fark ediyordu adeta. Hep bir sığınak gibi yaklaştığı yalnızlık bu kez ona korkutucu gelmiş, canını acıtmaya başlamıştı. Bu konuyla ilgili bir şeyler sormak, bir şeyler duymak istiyordu. "Peki" dedi, "ya eski günlerin de mi hiç hatırı yok?" Gördüğü kendisi, "yok" diye cevapladı. "Onlar için yaptığım onca şeyin peki?" diye bir kez daha sordu. Bu kez, misafir olan kendisi "O şeylerin de yok. hatta hatırlamıyorlar bile." diye cevapladı. Olduğu kendisi, üzülmüştü. Üzgün olduğunu belli etmemek için konuşmadı bir süre, daha sonra kendisini toplayarak, yere doğru eğdiği kafasını yavaşça kaldırarak, "sen söyle o zaman; ben ne yaptım onlara?" diye sordu. Gördüğü kendisi, bu soru karşısında acıma duygusuna sahip oldu. Tıpkı, ufak bir çocuğun sorduğu bir masum soruymuş gibi geldi. "Sorun da bu ya. Hiçbir şey yapmadın." diye cevapladı. Olduğu kendisi, kafasını başka bir yere doğru çevirmişti ama aniden aklındaki bir soruyu daha sormadan edemedi. "Hiç mi sevmediler beni?" diye sordu. "Sevdiler" diye cevapladı, gördüğü kendisi. "Ama hiç ciddiye almadılar. Gülüp geçtiler sadece. Onların boş vakitlerinde akla gelecek ilk isimdin o kadar."

Her defasında kaçmak istediğini hatırladı. Canının yandığını, kalbinin ağrıdığını, üzüldüğünü hatırladı. Çoğu zaman kendini kullanılmış gibi hissetmişti ama her seferinde, onlar ne zaman kendisine ihtiyaç duysa hemen onlara koşmuştu. Çünkü aklına başka bir olasılık gelmemişti bile. Tüm bunları düşündüğünde, kendisinin kötü biri olup olmadığını sorgulamaya başladı. "Sence ben kötü biri miyim?" diye sordu olduğu kendisi. "Değilsin" diye cevapladı gördüğü kendisi. Bir yandan bu kadar yalnız kalacak kadar kötü biri olup olmadığını sorgulayan olduğu kendisi, bir yandan da duyduğu cevaptan tatmin olmayarak, gördüğü kendisine doğru bakıp "Peki o zaman neden kimse kalmadı yanımda?" diye sordu. Sorusuna cevap alamayınca, aklına takılan başka bir şeyi daha dile getirdi. "İnsanlar" dedi, sanki hiç bilmediği bir varlıkmış gibi, kendisi insan değilmiş gibi. "Bir başka insanı sırf bir gün lazım olur diye. Ondan yararlanabilir diye hayatında tutmalıymış. Peki ya ben neden bunu düşünemiyorum?" Gördüğü kişi, artık bu sorulardan bıkmış gibi bir tavra bürünerek "çünkü güzel kardeşim" dedi, "sen sadece insanları sevmeyi ve onlara güvenmeyi seçtin. başka türlüsünü düşünmedin." Olduğu kişi, aldığı cevap karşısında tatmin olmuş ve gördüğü kişiye kafasını sallayarak hak vermişti. Duyduğu cevaba karşı, kendisini terk edip giden ve yalnız kalmasına neden olan insanlara bir yandan da haklı olduklarını düşünerek "İnsanlar" dedi, bilmediği bir yabancı kelimeymiş gibi. "Aslında kim olduğumu anladılar. o yüzden kaçıyorlar benden. Kaçmakla haklılar, ben de kaçıyorum benden. Ben asla sevilmeyeceğim, insanların beni sevmesi için hiçbir şey yok. Benim bile kendimi sevmem için tek bir nedenim bile yok." Karşısındaki kendisi, ağzındaki sakızı çıkarıp önündeki masaya bırakmak için eğilirken "haklısın" dedi sadece.

Aklına, o geldi. Onu sordu. "O da terk etti beni" dedi. Daha cümlesine noktayı koyar koymaz, karşısında gördüğü kendisi, "çünkü onu da sikmek istedin" diye cevapladı. Büyük bir mahcubiyetle cevap verdi, "ama yapabileceğimiz en iyi şey oydu." Bu yanıtı karşısında, şaşıran bu kez gördüğü kendisi olmuştu. Misafir olarak gelen kendisi, "neden?" diye sorabildi, meraklı bir şekilde. "Çünkü" dedi, "benim daha fazlasına gücüm yok. İnan bana. Ben onu düşündüm" Gördüğü kendisi, tatmin olmamıştı bu cevap karşısında. Kafasını olumsuz bir anlamda sallayarak, gülümsüyordu. "Gitti!" dedi, tonunu biraz daha düşürerek "çünkü sen onu içselleştirmek istemedin. Çünkü sen, kendini bile içselleştirmedin" Olduğu kendisi, karşısında oturmaya devam eden gördüğü kendisi'ne son bir soru sorarmış gibi "insanların olduğumu düşündüğü insanları oynamaktan çok sıkıldım. Ben kimim? Lütfen onu söyle sen bana. Sen bilirsin, ben kimim?" dedi. Bu soruyu sorarken, yaşadığı hüznü görmemek mümkün değildi. Bu sorunun cevabına ihtiyacı varmış gibiydi. Gördüğü kendisi, ona doğru acıyan gözlerle baktı ve dedi ki; "sen hiç kimsesin."

"Bir kez olsun" dedi gördüğü kendisi, "bir kez olsun, cesur ol ve taşaklarının olduğunu hatırla ve yapman gerekeni yap." Olduğu kendisi, ona hak verdi, kesinlikle haklı olduğunu düşündü. Sonra ona doğru baktı ki, "ölüm sence nasıl bir şey?" diye sordu, oldukça sakince. Gördüğü kendisi, net bir şekilde cevap verdi; "düşündüğün gibi bir şey değil" Olduğu kendisi, gördüğü kendisinin bu cevabının ardından adeta tatmin olmuş bir şekilde gülümsedi. "Haklısın" dedi, "zaten ne düşündüğüm gibi oldu ki?"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder