28 Aralık 2016 Çarşamba

Benlik bir mektup

Merhaba. 

En son buluştuğumuzda, "ne zaman kendini yalnız hissedersen bana yazabilirsin" demiştin. Ben de "tamam yazarım" dediğim halde, sana bir daha hiç yazmamıştım. Sana hiç yazmamış olmam, kendimi yalnız hissetmediğim anlamına gelmiyor. Sana yazmadım çünkü senin karşında zavallı bir duruma düşmek istemedim. Sana yazmadım çünkü sana yazmayı her istediğimde egom buna izin vermedi. Kendimi yalnız hissettiğim halde, sana yazmadım. Ben aslında, senden ayrıldıktan sonra kendimi hep -her zaman- yalnız hissettim. Hatta biliyor musun hala kendimi yalnız hissediyorum. Bu hissi anlatabilmek için daha fazla kitap okumayı, daha çok dil bilmeyi, bilmediğim kelimelerin anlamlarını öğrenmeyi isterdim. Neden bilmiyorum ama konu kendim olduğunda, nedense en saçma sapan cümleleri kuruyorum. İnsanların kendilerini nasıl anlatabildiklerini hep merak etmişimdir. Ben kendimi anlatmayı bilmediğim için içten içe hep karşımdaki insanların beni anlatmasını bekledim. Hayatımdaki kadınların çekip giderken söyledikleri, arkadaşlarımın kavga ettikten sonra söylediği sözler, ailemi sinirlendirecek bir şeyler yaptığım zaman onların bana kurduğu cümleler her zaman ilgimi çekti. Onlara her seferinde benle ilgili söylediklerinin doğru olmadığını kabul ettirmeye çalışırken, bir yandan da onların söylediği ve söylemek istediği her cümleyi merak ettim. Kendimi, onların kurduğu cümlelerde bulmaya çalıştım. Peki, sence ben olduğumu düşündüğüm kişi miyim? Yoksa onların olduğumu düşündüğü kişi mi? Var olduğumu o kadar hissetmiyorum ki varlığımı nasıl anlatmalıyım bilemiyorum. 

Burası iyi, burada mutluyum. Yeni insanları tanıyorum, tanıdığım insanların hikayelerini dinliyorum. Burada düşünmek için daha fazla zamanım oluyor, daha çok okuyor ve daha çok film izliyorum. Yeni müzikler keşfettim, biliyorsun hak ettiği değeri görmeyen iyi şeyler her zaman benim daha fazla ilgimi çekmiştir. Belki bir gün birlikte dinleyebiliriz, yani tabi sen de istersen. Kimsenin beni tanımadığı bir yerde olmanın keyfini çıkarıyorum bir yandan da, insanları kandırıyorum. Bazen bilerek, kendimle ilgili saçma sapan bir şey söylüyorum ve o söylediğim şeyi oynamaya çalışıyorum. Onlar buna inandığı zaman, kendimi mutlu hissediyorum. İşte o zaman diyorum ki, hayat sinemaya çok fena halde benzer. Her ikisi de, insanlara inanmak isteyeceği şeyler sunmak zorundadır. Aslında biliyor musun ben sana da yalan söyledim. Az önce yaptım bunu. Buranın iyi olduğunu, burada mutlu olduğumu söyleyerek yaptım. Burası iyi bir yer değil ama kötü bir yerde değil. Örneğin Ümraniye'deki arkadaşlarım burada yaşasaydı onlar için sorun olacağını sanmıyorum. Veya ne bileyim en azından hayata farklı bir açıdan bakıp, hayattan beklentilerim onlar gibi olabilseydi sorun yaşamazdım. Burada mutlu da değilim. Çünkü sanki daha fazlasını, daha iyisini hak ediyormuşum da birileri bunu elimden almış gibi geliyor. Bazı öğretmenler ve burada çoğu arkadaşlarım bana buraya fazla olduğumu söylüyorlar, bu beni alttan alta mutlu etse de çok utanıyorum. Cannes'a gitmek istedim veya sinemayı Avrupa'da okumayı da istedim ama olmadı. Demek ki hak ettiğim buymuş. Acaba merak ediyorum, sen hiç hak etmediğini düşündüğün bir hayatı yaşadığını hissettin mi? Belki de ben, istediğim hayatı yaşamak için hiçbir şey yapma cesaretimin olmama bedelini, istemediğim bu hayatı yaşayarak ödüyorum. 

Cümlelerimi uzatıp, seni sıktığım için çok özür dilerim. Biliyorsun, ben konuşmayı pek sevmem. Ancak, insan olmanın verdiği acizlikten ötürü konuşacak birini arayabiliyorum bazen. Eğer yazdıklarımla seni sıktıysam, lütfen beni bağışla. Beni boğup duran, bu düşüncelerin bir kısmıyla seni boğmaya, seni sıkmaya hakkım yok. İnsan, yalnız olunca daha doğrusu insan yalnız olduğunu hissedince bu hissi yok etmek adına karşısındakine o kadar çok sarılıyor ki, sarılırken ne kadar çok sıktığının farkına varamıyor. Evet, kendimi yalnız hissediyorum. Bilemiyorum, benden başka dünya üzerinde varlığını sürdürüp bu kadar yalnız olan başka bir varlık daha var mıdır? Yalnızlık, beni daha çok düşünmeye itiyor. Daha çok düşünmek, beni düşünmekten uyutmuyor. Ben, uyuyamıyorum. Deliksiz bir uykuya hasretim. İnsan kaç saat uyuduğunu bilmez mi? Ben bilmiyorum. Uyumaya mı çalışıyordum yoksa gerçekten uyuyor muydum diye düşünmekten, kaç saat uyuduğumu bilmiyorum. Arkadaşlarım, dostlarım veya tanıdığım tüm insanlar başka bir şehirde kaldı. Ben burada, olduğum bu şehirde insanlardan kaçıyorum. Yalnız olmak, onlarla olmaktan daha iyi. En azından sırf yalnız kalmamak adına, onlara sığınmak istemiyorum. Bazen aramak istiyorum bir tanıdığımı, herhangi bir tanıdığımı ama sonra vazgeçiyorum. Sanki ben onların hayatında bir fazlalıktan ibaretim ve onlara her bir şey anlatmak istediğimde fazlalık olduğum gerçeğiyle yüzleşeceğiz gibi geliyor. Hiçbir kimseye, hiçbir şey anlatmayıp, susuyorum ben de. Susmanın ibadet sayıldığı bir din arıyorum kendime. Hayatımın her anında, ailemin, arkadaşlarımın, dostlarımın, kız arkadaşlarımın yanında seviştiğim kadınların üzerindeyken bile hissettiğim bu yalnızlık büyüdü. O kadar büyüdü ki, yalnız olmayı sevdim, yalnız olmayı özler hale geldim. Yalnızlığım, benliğimin en önemli aksesuarı. 

Sen bana bir gün "neden hiçbir şeye inanmıyorsun?" diye sormuştun. Ben de sana "ben inanmak istiyorum ama neye inanacağımı bilemiyorum" diye cevap vermiştim. Hatırlıyor musun? Bugünlerde bazı şeylere inanmak istiyorum. İnanmak istiyorum, inanmaya ihtiyacım var. Karşımdaki insanın doğru söylediğine, beni gerçekten seven birine, değerli biri olduğuma, yetenekli biri olduğuma, yalnız olmadığıma, dostların bir gün yabancı olmayacağına, her kadının gitmek için gelmediğine, dostlukların bir gün bitmeyeceğine inanmak istiyorum. Bendeki bu inançsızlık, bendeki bu büyük inanma isteğimden geliyor. Artık yazabildiğime de inanmıyorum. Yetenekli biri olduğumu hiçbir zaman düşünmemiştim ama yazdığım her kelime bana anlamsız gelip, kurduğum her cümle kurmadığım cümlenin daha iyi olduğunu düşündürüyor. Kelimelere bile inanmıyorum artık...

Seni daha fazla sıkmak istemiyorum. Sadece sana söylemek istediğim çok şey vardı ve ben yine hiçbirini söyleyemedim. Belki bir gün kendimi gerçekten anlattığım bir şey yapabilirim. İşte o zaman, bu hayatta bir kez bile olsa bir şeyler yapabilmenin mutluluğunu yaşarım. İşte o zaman, belki birazdan doğacak güneş yeni bir anlam taşır, belki o zaman atacağım noktanın bir önemi olur. Kendimden bu kadar bahsettiğim için özür dilerim. Müsait olduğun bir gün, tabi istersen, buluşalım mı? Sarılmana ihtiyacım var... 



                                                                        Cafercan Işık
Kayseri    

30 Ağustos 2016 Salı

Truffaut'un Hayatının Filmleri!

Fransız Yeni Dalga akımının kurucularından, ünlü yönetmen François Truffaut, kurucularından olduğu akımın diğer yönetmenleri gibi benim çok sevdiğim yönetmenlerden biri, hatta bu yönetmenlerin başında geliyor.

26 yaşında çektiği, -benim de çok sevdiğim- ilk uzun metrajı "400 Darbe / 400 Blows" filminden önce sinema serüvenine "Cahiers du cinéma" dergisinde film eleştirmenliği yaparak başlayan Truffaut'ın bu yazıları da en az filmleri kadar önemli. "Hayatımın Filmleri" adlı kitabında kendi seçkisi olan bu eleştirileri toplayan Truffaut'un filmlerini sizler için topladım. Kitabı okursanız her film hakkında yazdığı geniş kapsamlı yazıları okumanız hatta hangi filmleri kıskanıp, hangi filmlerden etkilendiğini görmeniz bile mümkün. Bu yazımda o filmleri sizinle paylaşacağım, benim gibi kendisine hayransanız bu filmleri izlemeniz iyi olabilir. Ben şimdiden izlemediğim filmleri izlemeye koyuldum.

Ne yazık ki filmler hakkındaki yorumlarını yazamayacak olsam bile işte Truffaut'un hayatının filmleri;


- 12 Öfkeli Adam / Twelve Angry Men
- 400 Darbe / Les 400 Coups
- 1951 Avrupa / Europe 51
- 2 x 2 = 4 / Le Quadrille
- Sekiz Buçuk / Otte e Mezzo
- Serseri Aşıklar / A bout de Souffle
- Acı Tebessüm / A Certain Smile
- Acı Hatıralar / Muriel
- Acı Tebessüm / A Certain Smile
- Acı Zafer / Bitter Victory
- Acımasız / Ruthless
- Aksi Rastlantılar / Les Mauvaise Rencontres
- Akşam Ziyaretçileri / Les Visiteurs de Soir
- Aldatmanın Romanı / Le Roman d'un Tricheur
- Almanya, Sıfır Yılı / Germania, Anno Zero
- Altın Hazineleri / The Treasure of the Sierra Madre
- Altın Kollu Adam / The Man with the Golden Arm
- Altın Miğfer / Casque d'Or
- Altına Hücum / The Gold Rush
- Amber / Forever Amber
- Amcam / Man Oncle
- Amerikan Gecesi / La Nuit Americaine
- Amerikan Malı / Made in U.S.A
- Aşk / Amore
- Anatahan Destanı / The Saga of Anatahan
- Ankara Casusu / Five Fingers
- Anna'nın Tutkusu / En Passion
- Anne ve Fahişe / La Maman et La Putain
- Antoine ve/et Antoinette
- Asi Cengaver / Apache
- Arka Pencere / Rear Window
- Arkadaşlar / Les Amis
- Arsen Lüpen / Arsene Lupin
- Arzu / Desire
- Asi Gençlik / Rebel Without a Cause
- Aslan Burcu / Le Signe de Lion
- Aslan Yürekli Çavuş / Sergeant York
- Asri Zamanlar / Modern Times
- Aşklar / Les Amants
- Aşk Hikayesi / Love Story
- Aşk Rüzgarları / Written On the Wind
- Aşk Zinciri / La Ronde
- Aşkımıza Yağmur Yağıyordu / Det regnar pa var karlek
- Aşktan da Üstün / Notorious
- Ateşle Oyun / Le Ueu Follet
- Ay Mavidir / The Moon is Blue
- Ayaktakımı Arasında / Les Bas-fonds
- Ayin / Riten
- Ayrı Yol /L'immoraliste
- Baba / The Godfather
- Babamın Sineması / Le Cinema de Papa
- Bağdat Kızları / Babes in Bagdad
- Bakireler / Les Vierges
- Başı Belada / Les Doigts dans la Tete
- Bay Deeds Şehre Gidiyor / Mr. Deeds Goes to Town
- Bay Hulot'un Tatili / Les Vacances de Monsieur Hulot
- Bay Smith Washington'a Gidiyor / Mr. Smith Goes to Washington
- Bebek Yetiştirmek / Bringing Up Baby
- Bekleyen Kadınlar / Kvinnors Vantan
- Ben, Bir Siyah / Moi, un Noir
- Berenice
- Beyaz Geceler / Le notti Bianche
- Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu / Letter from an Unknown Woman
- Bir Aşk Dersi / En Lektion I Karlek
- Bir Aşk Hikayesi / Liebelei
- Bir Çift / Un Couple
- Bir Gecede Oldu / It Happened One Night
- Bir Gönülde İki Sevda / Desing for Living
- Bir Hayal Kuralım / Faisons un Reve
- Bir İdam Mahkumu Kaçtı / Un Condamme a Mort S'est Echappe
- Bir Kır Eğlencesi / Partie de Campagne
- Bir Milletin Doğuşu / Birth of a Nation
- Bir Oda Hizmetçisinin Günlüğü / The Diary of a Chambermaid
- Bir Şairin Kanı / Le Sand d'un Poete
- Bir Şarkı Doğuyor / A Song is Born
- Bir Taşra Papazının Günlüğü / Le Journal d'un Cure de Campagne
- Bir Yaz Gecesi Gülümsemeleri / Sommarnattens Leende
- Bir Ziyaret / Une Visite
- Birleşen Kalpler / The Big Sleep
- Bisiklet Hırsızları / Ladri di Biciclette
- Bitmeyen Balayı / Touch of Evil
- Bizim Topraklarımızdan / Ceux de Chez Nous
- Boğulmaktan Kurtarılan Boudu / Boudu Sauve des Eaux
- Bonnot Çetesi / La Bande a Bonnot
- Boş Kale / La Fortetesse Vide
- Bu Tuhaf Tutku / El
- Budala Eşler / Foolish Wives
- Burma Arpi / The Burmese Harp
- Burun Farkıyla / Courte Tete
- Bütün O Kadınlardan Söz Etmeksizin / För att inte tala om alla dessa kvinnor
- Büyük Bıçak / The Big Knife
- Büyük Diktatör / The Great Dictator (Şarlo Diktatör)
- Büyük Yanılsama / La Grande Illusion
- Cabiria Geceleri / Le notti die Cabiria
- Camdan Şato / Le Chateau de Verre
- Caniler Avcısı / The Night of the Hunter
- Canlı Su / L'Eau Vive
- Casuslar Kampı / Stalag 17
- Celse Açılıyor / The Paradine Case
- Cennet Beklesin / Heaven Can Wait
- Cennet Yolu / East of Eden
- Cennette Bela / Trouble in Paradise
- Champs-Elyses'ye Çıkalım / Remon-tons les Champ-Elysees
- Charlotte ve Veronique / Charlotte et Veronique ou Tous les garçon s'appelent Patrick
- Cinayet Mahkemesi / Knock On Any Door
- Cinayet Var - Dial M for Murder
- Cinnet / Frenzy
- Cinnet (Eziyet) / Hets
- Çarın Kızı / Anastasia
- Çete Reisi / The Big Shot
- Çıldırtan Şüphe / Unfaithfully Yours
- Çılgın Ustalar / Les Maitre Fous
- Çıplak Ayaklı Kontes / The Barefoot Contessa
- Çıplak Çocukluk / L'enfance Nue
- Çobanın Arkadaşı / Le Coup du Berger
- Çorak Yaşamlar / Vidas Secas
- Dağınık Saçlı Genç Bir Kız / Une Femme Coquette
- Dehşet Meydanı / The Lusty Men
- Delik / Le Trou
- Demiryolu Çarpışması / La bataille du rail
- Denizde İsyan (1954) / Caine Mutiny
- Denizde İsyan (1935) / Mutiny on the Bounty
- Devlerin Aşkı - Giant
- Devlerin Yarışı - La Course de Lievre a travers les Champs
- Dişi Kartal / Johnny Guitar
- Dişi Köpek / La Cihenne
- Doktor Cordelier'in Vasiyetnamesi / Le Testament du Docteur Cordelier
- Dokuz Bekar / Ils etaient neuf celibataires
- Dön Bana / Come Back, Little Sheba
- Dört Köşede / Aux Quatres Coins
- Duvara Yaslı / Le Dos au Mur
- Dünya Güzeli / The Girl Can't Help it
- Düzenbazlar / Les Tricheurs
- Edouard ve Caroline / Edouard et Caroline
- Eğlence / Le Divertissement
- Elena ve Erkekler / Elena et les hommes
- Elmas Hırsızları / The Asphalt Jungle
- Elveda Philippine / Adieu Philippine
- Endülüs Köpeği
- Er Meydanı / Battle Circus
- Erkekler Sarışın Sever / Gentlemen Prefer Blondes
- Esrarengiz Kaptan / Captain Lighloot
- Felaket Anında / En Cas de Malheur
- Fırtına Çocukları / Orphans of the Storm
- Firavunlar Saltanatı / Lands of Pharaohs
- Gazap Günü / Vredens Dag
- Gazeteciler Savaşı / Deadline
- Gece Çiçeği / Marguerite de la Nuit
- Gece ve Sis / Nuit et Brouillard
- Gece Yaşarlar / They Live by Night
- Geçen Yıl Marienbad'da / L'Annee Derniere a Marienbad
- Geçip Giden Çatana / L'atalente
- Geldiğim Ülke / Le Pays d'ou Je Viens
- Genç Aslanlar / The Young Lions
- Genç Kız / The Young One
- Geç Kız Pınarı / Jungfrukallan
- Gençlik Ateşi / Crazed Fruit
- Gezgincilerin Gecesi / Gycklarnas afton
- Gizli Oturum / Huis Clos
- Gizli Teşkilat / North by Northwest
- Gösterişsiz Bir Kızın Hikayesi / True Hearth Susie
- Gülmeyen Kadın - Ninotchka
- Günah Melekleri / Les Anges du Peche
- Günahsız Katiller / You Only Live Once
- Günaydın Hüzün / Bonjour Tristesse
- Gündüz Güzeli / Bella du Jour
- Güzel ve Çirkin / La Belle et la Bete
- Hakikat / La Verite
- Hal ve Gidiş Sıfır / Zero de Conduite
- Haracıma Dokunmayın / Touchez Pas au Grisbi
- Harp Gelini / I was a Male War Bride
- Hassas Kalpler ve Taçlar / Kind Hearts and Coronets
- Hayalet Denizaltı / Mystery Submarine
- Hayat Bağları / Les Choses de la Vie
- Hayatın Dansı / Un Carnet de Bal
- Hayatını Yaşamak / Vivre Sa Vie
- Haydut / The Naked Dawn
- Hayvanlaşan İnsan / La Bete Humaine
- Hep Daha Fazla / More
- Herkesin Kadını / La sigonra di tutti
- Hırsızlar / Le Casse
- Hileli Aşk / Les Grandes Manoeuvres
- Hindistan / İndia: Matri Bhumi
- Hindistan'a Giden Gemi / Skepp till India Land
- Hiroşima Sevgilim / Hiroshima mon amour
- Hoşgörüsüzlük / Intolearance
- Horozibiği / Poil de Carotte
- Hollywood Yolcuları / Hollywood or Bustt
- Hücum / Attack
- Issız Bir Yerde / In a Lonely Place
- İçimizdeki Şeytan / Le Diable au Corps
- İhtiras Kadını / Les Orgueilleux
- İki Güvercine / Aux Deux Colombes
- İki Kuruşluk Umut / Due soldi di speranza
- İnsan Avı / Man Hunt
- İnsanlar ve Para / Rififi
- İstiklal Kahramanları / Vera Cruz
- İtalya'da Yolculuk / Viaggio in Italia
- İtham Ediyorum / J'Accuse
- İtiraf Ediyorum / I Confess
- İyi Kadınlar / Les Bonnes Femmes
- Jamaica Hanı / :Jamaica Inn
- Jeanne d'Arc'in Çilesi / La Passion de Jeanne d'arc
- Johnny Silahını Kaptı / Johnny got his gun
- Kadın Düşleri / Kvinnodröm
- Kadın İlah / Divine
- Kadın Tuzağı / Lured
- Kadının Fendi / Lady Eve
- Kadınlar Mektebi / L'Ecole des Femmes
- Kahraman Şerif / High Noon
- Kahramanlar Panayı / La Kermesse Heroique
- Kalabalıkta Bir Yüz / A Face in the Crowd
- Kalp Atışı / Le Schpountz
- Kanunsuzlar / The Outlaw
- Kapri Yıldızı / Under Capricorn
- Kaptan Fracasse / Fracasse
- Karanlığın Yüreği / Heart of Darkness
- Karanlıktaki Müzik / Musik i mörker
- Karga / Le Corbeau
- Katiller ve Hırsızlar / Assesoins et Voleuis
- Kaybolan Kadın / The Lady Varishes
- Kayıp Cennet / Paradis perdu
- Kaderin Annesi / Mater Dolotona
- Kelepçeli Aşık / To Catch a Thief
- Keyifsiz Bir Yaşam / Une Vie Sans Jone
- Kıllı Yılan / The Feathered Serpent
- Kırda Öğle Yemeği / Le Dejeuner sur I'Herbe
- Kırmızı Fener / Scarlett Street
- Kırmızı Han / L'Auberge Rouge
- Kısa Tesadüfler / Brief Encounter
- Kızıl ile Kara / Le Rouge et le Noir
- Kızıl Nehir / Red River
- Komünyon Ziyaretçileri / Nattvards-gasterna
- Korku / Fear
- Koşun İtfaiyeciler / Hori, ma panenko
- Kör Venüs / Cenus aveugle
- Kraliçe Arı / L'ape Regina
- Kraliçe Kelly / Queen Kelly
- Kruetzer Sonat / La Sonate a Kreutzer
- Kriz / Kris
- Kumsaldaki Kadın / The Woman on the beach
- Kurtların Saati / Vargtimmen
- Kuzenler / Les Cousins
- Küçük Asker / Le Petit Soldat
- Liman Kenti / Hamnstad
- M: Bir Şehir Katilini Arıyor M / (le Maudit)
- Madame de / Madame de...
- Malik Olmak ya da Olmamak / To Have and Have Not
- Malta Şahini / The Maltese Falcon
- Marquitta / Marquitta
- Marsilyalı Kız / La Marseillaise
- Maude'la Bir Gece / MaNuit Chez Maude
- Mavi Melek / Der Blaue Engel
- Mayerling'den Saraybosna'ya / De Mayerling a Sarajevo
- Mehtap Kuyumcuları / Les Bijoutlers
- Melek / Angel
- Monika'yla Geçen Yaz / Sommaren med Monika
- Mösyö Lange'nin Suçu / Le Crime de Monsieur Lange
- Mösyö Ripois / Monsieur Ripois
- Mösyö Verdoux / Monsieur Verdoux
- .Muhteris Ruhlar / Angel Face
- Muhteşem Ambersonlar / The Magnificent Ambersons
- Müthiş Çocuklar / Les Enfants Terribles
- Nagazaki Tayfunu / Tyhon sur Nagasaki
- Nana / Nana
- Niyarama Türküsü / Ballad of Nayarama
- Nice Hakında / A propos de Nice
- Oharu'nun Hayatı / The Life of Oharu
- Okyanusa Karşı / Barrage contre le Pacifique
- Olmak ya da Olmamak / To be or not to be
- On Emir / The Ten Commandments
- Onun Erkeği / Her Man
- Orgel Kontu'nun Balosu / Le Bal du Comte D'Orgel
- Otobüs Durağı / Bus Stop
- Otuz Dokuz Basamak / The 39 Steps
- Oyunun Kuralı / La Regle du Jeu
- Öldüren Hatıralar / Spellbound
- Ölüler Kraliçesi / La Reine Morte
- Ölüm Asansörü / Ascenseur pour L'echafaud
- Ölüm Kararı / The Rope
- Ölüm Korkusu / The Big Heat
- Ölüm Raporu / Mr. Arkadin
- Öp Beni Öldüresiye / Kiss Me Deadly
- Özel Hayat / Viie Privee
- Özgürlük İstiyoruz / A nous la Liberte
- Para Beraber Gitmez / You Can't Take IT With You
- Paralel Yaşamlar / La Pointe Courte
- Paris Bize Anlatılmış Olsaydı / Si Paris nous etait conte
- Paris Bizimdir / Paris nous appartient
- Paris Eğleniyor / French Cancan
- Paris Yanıyor Mu? / Paris brüle-t-il?
- Paris Yolculuğu / La Traverse de Paris
- Paris'te Bir Amerikalı / An American in Paris
- Parisli Kadın / A Woman of Paris
- Parisli Kız / Une Parisenne
- Penceredeki Kadın / The Woman in the Window
- Perde Açılıyor / All About Eve
- Picasso'nun Gizemi / Le Mystere Picasso
- Piknik / Picnic
- Portekiz Tatili / Vacances Portugaises
- Potemkin Zırhlısı / Bronyenosyets Potyomkin
- Puslu Ay Öyküleri / Ugetsu
- Rançipur Yağmurları / The Rains of Ranchipur
- Rastlantılar Gecesi / La Nuit du Carrefour
- Rebecca / Rebecca
- Rıhtımlar Üzerinde / On The Waterfront
- Roma Tatili / Roman Holiay
- Roma, Açık Şehir / Roma, citta aperta
- Romeo ve Juliet - Romeo and Juliet
- Rüya Gibi Geçti / The Rivers
- Rüzgar İstediği Yerden Eser / Le vent souffle ou il veut
- Sabrina / Sabrine
- Sahne Işıkları / Limelight
- Sahne Korkusu / Stage Fright
- Sait Joan / Jeanne D'Arc
- Sapık / Psycho
- Sarsılmaz Aşk / Shockproof
- Satılmış Nişanlı / Die verkaufe Braut
- Savaşan Kahramanlar / Men in War
- Sekiz Buçuk / Otto e Mezzo
- Sen Bir Melektin / Gervaise
- Sen ve Ben / Cesar el Rosalie
- Seni Sevmeyeceğim /Tristana
- Serseri Aşıklar / About de Souffle
- Sessiz Adam / The Quiet Man
- Sessizlik / Tysnaden
- Sinagapur'dan Alarm / World for Ransom
- Sirk / The Circus
- Sisler Rıhtımı / Quai des Brumes
- Siyah Karmen / Carmen Jones
- Sokaktaki Adam / Meet John Doe
- Son Adam / Der Letzte Mann
- Son Çare / Dernier Atout
- Son Darbe / The Killing
- Sonsuz Sokaklar / La Strada
- Söz / Ordet
- Sudaki Kız / La Fille de L'Eau
- Sulanan Bahçıvan / L'arroseur arrose
- Susuzluk / Törst
- Sürgün / The Exile
- Şafak / Sunrise
- Şahane Hayat / It's Wonderful Life
- Şanghay Harekatı / The Shanghai Gesture
- Şanghaylı Kadın / The Lady From Shangai
- Şantaj / Blackmail
- Şarlo Hacı / Blackmail
- Şehir Işıkları / City Lights
- Şehirde Turnuva / Le Tournoi Dans la Cite
- Şehrin En İyi Adamı / Good Sam
- Şen Dul / The Merry Widow
- Şeref Yolu / Max et les Ferrailleurs
- Şeytan / Exorcist
- Şeytan Ruhlu İnsanlar / Diaboliques
- Şeytan Ruhlu Kadın / Human Desire
- Şeytanın Beyaz Eldivenleri / Les Gants blancs du diable
- Şeytan Kızı Gilda / Gilda
- Şöhretin Sonu / The Harder They Fall
- Şüphenin Gölgesi / Shadow of a Doubt
- Tanrı'nın Soytarısı / Francesco, giullare di dio
- Tarih Gece Yazılır / History is Made Tonight
- Taş Bebek / Baby Doll
- Taşlaşmış Orman / The Petrified Forest
- Tatlı Düşman / La tendre ennemie
- Tehlikeli Adam / The Man Who Knew Too much
- Tehlikeli Arzular / Bigger Than Life
- Tehlikeli Av / On Dangerous Ground
- Tepedeki Gök Gürültüsü / Thunder on the Hill
- Trape / Trapeze
- Trendeki Yabancılar / Strangers on a Train
- Tufandan Önce / Avant le deluge
- Tuhaf Bir Durum / Drole de Drame
- Tuhaf Kadın / The Strange Woman
- Tutsak Onbaşı / Le Caporal epingle
- Tüfek Omza - Şarlo Asker / Shoulder Arms
- Umut / L'espoir
- Unutulmayan Sevgili / Jules et Jim
- Utanç Sokağı / The Street of Shame
- Uzun, Sıcak Yaz / The Long Hot Summer
- Üç Kadına Mektup / A Letter To Three Wives
- Üçü Bir Çift Eder / Les 3 font la paire
- Vadiler Aslanı / Shane
- Vampir / Vampyr
- Veletler / Les Mistons
- VIII. Herny'nin Özel Hayatı / The Private Life of Henry VIII
- Viridiana / Viridiana
- Werther'in Romanı / Le Roman de Werther
- Yaban Çilekleri / Smultronstallet
- Yabancı / The Stranger
- Yabancı Muhabir / Foreign Correspondant
- Yağmur Altında / Singin in the Rain
- Yakalanmış / Caught
- Yakışıklı Serge / Le Beaue Serge
- Yaralı Yüz / Scarface
- Yarınsız / Sans Lendemain
- Yasak / Verboten
- Yasak Oyunlar / Jeux Interdist
- Yaşamak İstiyoruz / Lifeboat
- Yaşamın Eşiğinde / Nara Livet
- Yaşayan Ekmek / Le pain vivant
- Yaşlı Adam ve Çocuk / Le vievil homme et l'enfant
- Yaylaların Fahişesi / Rancho Notorious
- Yaz Fırtınası / Summer Storm
- Yaz Oyunları / Sommarlek
- Yedinci Mühür / Det sjunde inseglet
- Yeni Anlaşma / Le Nouveau Testament
- Yeniden Çarmıha Gerilen İsa / Le Christ Recrucifie
- Yenilen Korku / Fear Strikes Out
- Yeraltı Dünyası / Underworld
- Yeşeren Çaylar / Le ble en herbe
- Yeşil Gözlü Esire / The Big Sky
- Yitikler / Los Olvidados
- Yorgun ve Bezgin / Tire au Flane
- Yoshiwara / Yoshiwara
- Yukarıda Biri / Somedbody Up There Likes Me
- Yumurcak / The Kid
- Yurttaş Kane / Citizen Kane
- Yüksek Zirve / High Sierra
- Zafer Yaratan Casus / Cloak and Dagger
- Zafer Yolları / Paths of Glory
- Zehir / La Poison
- Zengin ve Garip / Rich and Strange
- Zevk / Le Plaisir
- Zindan / Fangelse
- Züppeler / Les Snobs

22 Temmuz 2016 Cuma

Altını Çizdiklerim: Alt Tarafı Dünyanın Sonu / Juste La Fin Du Monde

Xavier Dolan'ın son filmi "Alt Tarafı Dünyanın Sonu" (Juste La Fin Du Monde) gösterime girmeden önce, filmin uyarlandığı tiyatro metni olan aynı isimli kitabı okudum. Jean Luc Lagarce imzalı tiyatro oyununa dayanan filmi izlemeden önce okumak istediğim kitabı bulmak hiç kolay olmadı. Tüm arayışlarıma rağmen en sonunda yayınevini aradım ve elinde kalan son kitabı ofislerine giderek aldım.

Konu kısaca; hastalığı sebebiyle ölmek üzere olan bir yazarın, bunu ailesine söylemek için yıllar önce terk ettiği evine geri dönmesi.

Çok sevdiğim Xavier Dolan, ilk kez benim sinema dilime yakın bir konu ve bir tema belirledi. Bunun heyecanı ve mutluluğuyla birlikte ana karakter Louis'i kendime, sürekli bir çatışma halinde olduğu Antoine karakterini ise etrafımdaki insanlara yakın bulduğumu söyleyebilirim.

İşte altını çizdiğim o kısımlar;

Louis:
Bu tuhaf ve berrak düşünce
annemin ve babamın, annemin ve babamın, 
ve insanların, diğer herkesin, hayatımdaki, 
en yakınımdaki insanların,
annemin babamın ve yaklaştığım ya da bana yaklaşan herkesin,
babamın, geçmişten, hatırladığım kadarıyla,
annemin, kardeşimin, bugün burada, 
ve kız kardeşimin,
benim neyin nesi olduğuma kendilerince kanaat getirdikten sonra,
günün birinde, beni sevmekten vazgeçecekleri,
beni artık sevmeyecekleri, 
ve artık hiç sevilmeyeceğim
(asıl bundan bahsediyorum)
"en nihayetinde" 
sanki yılmışlığımdan, sanki kendimden bezmişliğimden,
sonsuza dek terk edileceğim düşüncesi
çünkü ben terk edilmeyi istedim. 

bu histi işte, kelimelere dökemiyorum.
uyanır uyanmaz
-bir an, uykudan çıkarsın, her şey durudur, tam avucunun içine alacaksındır, ama birden yok olur gider-
sonsuza tek terk edileceğim, 
azar azar,
bir başıma kalacağım, ötekilerin arasında kendi yalnızlığımla, 
çünkü ulaşamıyordu kimse bana,
bana dokunamıyordu,
ve vazgeçiyorlardı sonunda. 

ve benden vazgeçiyorlardı, benden vazgeçtiler, 
herkes,
her biri kendince,
yanlarında kalmak için var gücümle çırpınmama rağmen,
kendime bunu yap deyip durmama rağmen, 
vazgeçtiler çünkü onların cesaretini kırdım, 
çünkü onlar, beni kendi halimde bırakmanın, sanki hiç umurlarında değilmişim gibi davranmanın beni daha çok sevmek olduğuna inanmak istediler. 

Anladım ki içimi yakan bu sevgi yokluğu, ezelden beri korkaklıklarımın bu yegane sebebi, gözümle bir kerecik göremediğim bugüne dek, bu sevgi yokluğu, başkalarının canını, benimkinden hep daha fazla yakmıştı.
Bu tuhaf ve umutsuz ve zevalsiz düşünceyle uyandım. 

Öldükten sonra nasıl sevileceksem, daha yaşarken öyle sevilmişim ben
Buna dair kimseden bir söz duymadan, duyamadan.. 


ANNE
(Louis'e)

...

Ve sen anlamayacaksın, nasıl geçecek adım gibi biliyorum, hep nasıl geçtiğini biliyorum.
Bir iki kelime cevap vereceksin
ve öyle sessiz sakin duracaksın kendi başına öğrendiğin gibi 
-bunu ben de öğretmedim baban da, 
hele baban mümkün değil, 
şartlar ne olursa olsun bu kadar kurnaz ve mide bulandıracak kadar itidalli olmayı biz öğretmedik, hiç hatırlamıyorum
sorumlusu ben değilim-
bir iki kelime cevap vereceksin,
ya da tebessüm, aynı şey.
Onlara gülümseyeceksin
ve zaman geçecek, sonra,
bilmem kaç zaman sonra, 
geceleri uykuya dalmadan evvel,
yalnız o tebessümü hatırlayacaklar, 
senden yadigar saklamak istedikleri tek cevap o olacak,
ve o tebessümü başa sarıp sarıp oynatacaklar kafalarında,
hiçbir şey değişmeyecek, tam tersine,
aranızda ne varsa, daha da zehir edecek o tebessüm,
hiçe sayılmanın izi olacak, yaraların en acısı.


LOUIS
(Sayfa 110'da başlayan kısmı komple yazmak isterdim ama parça parça yazacağım)

İnandığım şey, bir an da olsa, umduğun,
seninle beraber bu dünyanın da yok olacağıdır,
seninle beraber bu dünyanın da yok olabileceğidir,
sönecek, silinip gidecek, senden geriye kalmayacak.
Her şey benimle birlikte yok olup gidecek, bana eşlik edecek, bir daha geri dönmeyecek. 
Her şeyi yanımda götüreceğim ve yalnız kalmayacağım. 

Sonra, ama epey sonra,
-işin komedisi geri döner, yine ağır basar, dertten tasadan kurtarır ve yeniden yol gösterir-
sonra başlarsın hayal etmeye, ben ettim. 
ötekileri göreceğini hayal edersin, senden geriye kalanları, sen öldükten sonra.
Hepsini yargılayacaksın şimdi. 
Törendeymiş gibi geçecekler önünden, bakacaksın onlara bir bir,
artık hepsi senin, iyice bakacaksın hepsine, çok sevmeyeceksin hiçbirini,
çünkü sevsen üzülürsün, canın yanar, seveceksin diye bir kural yok.
Hayatta başlarına ne mi gelecek, hepsini sen kuracaksın kafanda,
eğlencelidir, ben beğlenirdim,
hepsi senin elinde, hayatlarına yollar çizeceksin,
bir kere değil, istediğin kadar çizeceksin. 
Kendini de göreceksin, uzanmış bulutların üstüne, oradan onları izliyor, ne bileyim işte, çocuk kitaplarında olur ya, öyle, benim kafamda öyle.
Ben artık yokken ne yapacaklar benimle?
Hükmetmek isteyeceksin onlara, emretmek, darmaduman hallerinden faydalanmak ve daha beterine sürüklemek.
Seslerini duymak isteyeceksin, ben duyamadım, ağızlarından salakça şeyler çıkmasını isteyeceksin, çıksın ki aslında ne düşündüklerini öğrenesin. 
Sonra, ağlarsın.
İyi gelir.
Bana iyi gelir. 

Bazen, bir irkilme,
bazen, yakalarım, kin dolar içime
kin ve öfke,
açarım eski defterleri, hatırlarım.
Isırırım, bazen ısırırım.
Affettiklerim mi var, hayır, af yok,
tutar dibe çekerim kurtarmaya kalkanı, batırırım başını nehrin suyuna,
insafın zerresi yok, gözümü kırpmadan alırım canınızı.
Basarım küfrü hepinize.
Yatağımda, gece, öyle korkmuşumdur ki, uyuyamam,
nefret kusarım.
Nefret beni yatıştırır ve tüketir
ve o tükenişle nihayet yok olup gidebilirim.
Ertesi gün, sakinim, yine, bezgin ve solgun.
Teker teker öldürürüm sizi, sizin ruhunuz bile duymaz, bir tek ben sağ kalırım,
ben en son ölürüm.
Bir katilim ben  ve katiller ölmez,
işimi onların bitirmesi gerek.
Kötülük sarar aklımı.
Kimseyi sevmem,
sizi hiç sevmedim, yalandı hepsi,
kimseyi sevmiyorum, ben bir münzeviyim,
münzevilerin kaybedecek bir şeyi olmaz,
her şeye ben karar veririm,
Ölüm'e de, ona da ben karar veririm
ve ölmek sizi mahveder ve benim istediğim de sizi mahvetmek.
Ölümüm hüsrandan olacak, kötülükten ve alçaklıktan,
kendimi kurban edeceğim.
Benimkinden uzun, benimkinden derin olacak sizin acınız
ve ben sizi göreceğim, yolunuzu ben çizeceğim, sizi izleyeceğim,
ve size güleceğim ve acılarınızdan nefret edeceğim.
Ölüm ile huzur bulacakmışım, iyi olacakmışım, kim demiş?
Savruluşlarını görüp de tasalanan faniler öyle zanneder ancak.
Kötüyüm ben artık, aşağılığım, ufak tefek endişelerim, saçma sapan kaygılarım yok, daha beteri yok:
Ne yapacaklar benimle ve benden yadigar bunca şeyle?
Güzel değil böylesi, ama güzel olmadıkça pişmanlık da azalacak.


Dünyayı geziyorum, seyyah olmak istiyorum, aylak aylak dolaşmak.
Eceli kapısında bekleyen herkes heves eder böyle şeylere, kafayı cama duvara vurup kırmak, kollarını çırpa çırpa uçacağını sanmak, avara gezinmek, nasılsa yol çoktan kaybolmuş, kaybolabileceğini zannetmek,
Ölüm'ün önünde koşmak, onu geçtiğini sanmak,
seni asla yakalamayacağını ya da nerede saklandığını asla bulamayacağını sanmak.
Orada, olduğum yerde, hep olduğum yerde, artık olmayacağım, uzakta olacağım, uçsuz bucaksız meydanlarda saklanmış, bir delikte, kendime yalanlarımla, kıs kıs gülüşlerimle.
Gezip tozuyorum.
Çok meraklı havalardayım, yapmacıktan sararıp solmuş, dokunsan kırılacak genç bir adam pozları.


Bir yabancıyım. Kendimi koruyorum. Şartlar neyi gerektiriyorsa, onu oynuyorum.
Bir göreceksiniz beni, havaalanlarının bekleme salonlarında, kimselere çaktırmadan, nasıl da oynuyorum ama!
İstikbaldeki Ölüm ve ben, fani dünyaya elveda, dolaşıyoruz kol kola,
gece vakti hafif siz basmış ıssız sokaklarda yürüyoruz ve iyice ısınmaya başlıyoruz birbirimize.
Nasıl da şıkız, nasıl da havalıyız,
tatlı bir gizem de simiş üstümüze,
hiçbir şey çaktırmıyoruz
bekçiler, gece saygı duyuyorlar bize, onlar bile hayran kalıyorlar.
Bir şey yapmıyordum ki,
miş gibi yapıyordum sadece,
özlem duyuyordum.
Ülkeler keşfediyordum, kitaplardaki ülkeleri seviyorum, kitaplar okuyorum,
bazı hatıralar canlanıyor,
bazen sırf baştan başlamak için yolumdan sapıyorum,
bazen de,
ne olduğunu bilemeden, anlamadan,
kaçmak istiyorum her şeyden,
hiçbir şeyi, bir daha hiçbir şeyi tanımamak.
Hiçbir şeye inandığım yok.


Aynı yoldan, aynı manzaradan bir kez daha geçiyorum, bu defa tersten.
Her yeri, en çirkinini, en aptalını bile,
son kez gördüğümün farkına varmak istiyorum,
yanımda götürmek istiyormuşum gibi.
Geri dönüyorum ve bekliyorum.
Sesssiz sakin duracağım, artık, söz veriyorum, bela çıkarmak yok,
ağırbaşlı ve sessiz, kelimelerim bunlar.
Kaybediyorum. Kaybettim.
Toparlanıyorum, ziyarete geliyorum, buraya, her şeyi olduğu gibi bırakıyorum, bir son vermeye çalışıyorum, sonuçlara varmaya, uslu olmaya.
Elim kolum rahat duruyor artık. Gönlü ferahlatan imalarla dolu vecizeler dökülüyor ağzımdan.
Mest ediyorum kendimi.
Hiçbir şey, artık, bana kendi acım kadar keyif vermiyor.
Bazen de,
"son zamanlar" oluyordu,
kendimi gülümserken buluyorum, sanki fotoğraf çekiliyor da poz verir gibi.
Elden ele dolaşırken fotoğraf, parmaklar onu kirletmekten sakınır ya delil olacak izler bırakmaktan.
"Aynı böyleydi işte"
nasıl da yalan,
biraz düşünseniz siz de anlardınız,
nasıl da yalandı aslında,
rol yapıyordum, o kadar.


ANTOINE
(Louis'e)

Hayatındaki her şey, çok da farklı şeyler değil, 
o küçük hayatında,
seninki de küçük bir hayat, korkmana hiç gerek yok,
her şey çok da farklı değil,
sen istediğin kadar her şeyini çok farklıymış gibi göstermeye çalış,
ama öyle değil.

....

Burada kalmak istemiyorum.
Şimdi bana bir şeyler diyeceksin, 
konuşmak isteyeceksin
benim de seni dinlemem gerekecek, 
ama hiç dinleyesim yok.
İstemiyorum. Korkuyorum.
Sanki bana her şeyi anlatmaya mecbursunuz, 
hep, başından beri
oldum olası bana bir şeyler söylüyorsunuz ve ben hep dinlemeye mecburum. 
Bazıları hiçbir şey demez, konuşmaz, sadece dinlemek istiyor sanır herkes. 
ama ben aslında, haberin bile yok,
ben birilerine örnek olsun diye susuyordum. 


SUZANNE

Ne olurdu mutsuz olsaydım?
Ne olurdu, benim hakkım yok muydu mutsuz olmaya, üzgün olmaya?

ANTOINE

Beni aradınız mı bulursunuz,
uzun zaman kaybolduğum hiç olmadı,
hiç hatırlamıyorum kaybolduğumu, 
beni en nihayetinde, 
göz göze göre kaybettiğinize dair. 
Ben hep buralardayım, yanı başınızda, bulursunuz beni, elinizde koymuş gibi.


ANTOINE

Tamam, bir şeyim yok, üzgünüm, 
yorgunum biraz, neden bilmiyorum, hep yorgunum,
uzun zamandır, yorgun bir adam oldum,
çalışmaktan değil,
çalışmaktan yorgun düştüğünü sanır insan, ya da dertlerden paradan, ne bileyim,
ama değil,
yorgunum, neden bilmiyorum,
bugün hiç olmadığım kadar yorgunum. 

kötü bir niyetim yoktu,
nasıl dediydin sen?
"Kaba", kabalaşmak falan istemedim,
ben kaba bir adam değilim, siz öyle olduğumu hayal ediyorsunuz, bana bakmıyorsunuz bile, ama kaba bir adam olduğumu söyleyip duruyorsunuz ama öyle değilim, hiç olmadım.

sen öyle deyince, birden sanki senin, sanki herkesin,
neyse tamam, üzgünüm, iyiyim şimdi. 
sanki birden senin,
senin gözünde,
sanki herkesin,
Suzanne'in da,
hatta çocukların da gözünde kaba biriymişim, onlara kaba davranıyormuşum gibi geldi, sanki kötü bir adam olmakla suçlanıyormuşum gibi,
ama öyle bir şey yok,
kimse diyemez öyle şey.
Küçükken, onunla ben,
Louis, sen hatırlarsın, 
onunla ben, demişti ya o da, hep kavga ederdik,
ve hep ben kazanırdım, hep, çünkü ben daha güçlüydüm ya da bilmem, belki daha kalıplıydım,
ya da belki o,
hayır, belki değil, bundan, asıl bundan (ilk defa şimdi düşünüyorum, birden aklıma geldi)
çünkü o bırakırdı kavga etmeyi, bilerek kaybederdi, çok da iyi oynardı rolünü,
ne bileyim,
ne fark eder bu saatten sonra,
ama ben kaba değildim, o zaman da değildim,
kendimi korumam gerekiyordu, o kadar,
hepsi bu, hepsi kendimi korumak içindi.
Kimse beni bunun suçlayamaz. 


ANTOINE
(Hepsini yazacağım. Sanırım Louis'i burada kendime benzettim)

Sevilmediğini söylersin,
hep kulağımda, hep bunu duydum,
bunu söylemediğin tek bir an bile hatırlamıyorum hayatımda,
tek bir an bile yok, 
geri gidebildiğim kadar gidiyorum ama yok, bunu söylemekten vazgeçtiğine dair tek bir iz bile yok
-üstüne gelen oldu mu böyle susturursun hep-
sevilmediğini söylemekten vazgeçtiğin bir ana dair tek bir iz bile yok,
seni hiç sevmediklerini söylemekten,
kimsenin, seni hiç sevmediğini,
ve bundan acı çektiğini.
Çocuktun, daha o zamandan kulaklarımda, duyardım,
ve o zaman düşünürdüm de, neden bilmem, açıklamaya kalksam da beceremem, 
belki sahiden anlamıyordum bile,
ama düşünürdüm de, 
kanıt istesen, kanıtım yok.

-asıl diyeceğim ne biliyor musun, asıl demek istediğim; ve gerçekten hatırlıyorsan bunu asla inkar edemezsin,
sana asıl söylemek istediğim, 
senin hiçbir şeyin eksik olmadı, hiç, üzüntü denen şey sana bir kerecik dokunmadı bile.
Ne çirkinliğin, utancın adaletsizliğini, ne bunlar yüzünden aşağılanmanın tadını,
sen birini bile tanımadın, sen hep korundun onlardan-
düşünürüm de, 
o zaman, düşünürdüm de, 
belki de, ben gerçekten anlamıyordum ve beni aşan bir şeydi,
ve belki de, sen haksız değildin,
ve aslında, ötekiler, annemiz, babamız, ben,dünyanın geri kalanı,
sana karşı iyi değildik
ve senin canını yakıyorduk.
Beni inandırıyordun,
senin sevgiye aç olduğuna inanmıştım. 
Sana inanıyordum ve senin için üzülüyordum,
ve duyduğum o korku
-işte yine, her yerde, hep o, hep korku- 
seni kimsenin sevmediği korkusu, beni de kahreden o korku,
küçük kardeşler büyükleri ne yaparsa onu yaparlar ya, sanki buna mecburdurlar ya, ben de mutsuzdum, 
ve suçluydum üstelik,
yeteri kadar mutsuz olamadığım için suçluydum, zorla mutsuz olduğum için,
kendi başımayken, mutsuz olduğuma inanmadığım için.

Bazen, onlarla ben,
bazen ikisi, anne babamız, kendi aralarında, ama hep benim önümde, konuşurlardı bundan, 
sanki duydum mu beni de onlar kadar sorumlu kılacak bir sırrı açıklıyorlarmış gibi. 
Biz düşünüyorduk ki, ve birçok insan, şimdi aklıma geliyor da, birçok insan, erkekler, kadınlar,
bizi terk ettikten sonra birlikte yaşadıkların,
birçok insan da, onlar da aynı bizim gibi düşünmüş olmamlılar, 
senin haksız olmadığını düşünüyorduk,
o kadar çok söylüyordun ki, küfreder gibi, öyle bir haykırıyordun ki, doğru olmalıydı, 
düşünüyorduk ki, aslında demek ki, seni yeteri kadar sevmiyorduk
ya da en azından nasıl söyleyeceğimizi bilmiyorduk
(sana sevdiğimizi söylememek, o da aynı kapıya çıkar, seni sevdiğimizi sana yeteri kadar söyleyememek, bu seni yeteri kadar sevmemekle aynı kapıya çıkar)
Kolay dile gelmez böyle şeyler,
burada, hiçbir şey kolay dile gelmedi,
asla, itiraf edemiyorduk bir türlü,
ama bazı sözlerle, en gizli saklı, en göze batmayacak, bazı hareketlerle, 
gönlünü okşayacak hareketlerle, 
-bu da sana gülünç geliyordur, ama bir şey diyeyim mi, gülünçmüşüm değilmişim artık umurumda bile değil-
senin gönlünü hoş tutmak için,
birbirimize emirler veriyorduk, tembih ediyorduk, seninle daha yakından, daha çok ilgilenmeyi, 
sana göz kulak olmayı tembih ediyorduk birbirimize, 
ve seni sevdiğimizi, bir yolunu bulup sana göstermeyi,
farkına bile varamayacağın kadar çok sevdiğimizi.

Pes ettim.
Etmeliydim. 
Ben hep pes etmeye mecburdum. 
Artık, mühim değil, mühim değildi, ufak tefek şeyler bunlar
hem benim, benim öyle dermansız bir kedere saplandığım falan olmadı,
olsaydı keyfini çıkarırdım, 
olduğunu iddia edecek falan değilim,
ama şu aklımda bir an olsun çıkmıyor:
pes ediyordum, sana bırakıyordum her şeyi; ve anlayışlı olmak, hep bunu söyleyip durdular, hep anlayışlı olmak zorundaydım, daha az gürültü yapmak, senin canının istediğine olur demek, sesimi çıkarmamak
ve senin o bitmek bilmeyen kurtuluşunu izlemekten keyif almak zorundaydım. 

Herkes birbirini gözlüyordu, 
birbirimizi gözlüyorduk, bu sözde mutsuzluğun, günahını birbirimize atmak için fırsat kolluyorduk, 
senin o büyük mutsuzluğun gerçek falan değildi oysa, sahteydi,
benim gibi sen de biliyorsun,
ve onlar da biliyor,
ve bugün herkes biliyor, neler döndüğünü görüyor
(beraber yaşadıkların, erkekler, kadınlar, adım gibi eminim, 
onlar da bu üçkağıdın farkına varmışlardır, kesin varmışlardır)
o sahte mutsuzluğun, her zamanki halindi senin, her zamanki halin, hep de öyle olacaksın,
-artık istesen bile çıkarıp atamazsın o maskeyi, bir kere yapıştı, çıkaramazsın artık- 
her zamanki halin, kandırmak için
kendini korumak, kaçmak için.

Hiçbir şey acıtmadı senin canını,
yıllar sonra ancak anlıyorum bunu,
hiçbir şey senin canını yakmadı, 
senin canın yanmıyor
-yansaydı söylemezdin kimseye, biliyorum, kendimden biliyorum-
sen böyle cevap veriyorsun, o mutsuzluğunla, senin hep verdiğin cevap mutsuzluğun,
böyle durabiliyorsun herkesin karşısında, ama kimseyi sokmuyorsun içine.
Sen de busun işte, sen de böylesin,
herkes ayrı, bazıları bilmiş, bazıları saf havalarında dolanır, sen de yüzüne o mahzun maskeyi takıyorsun.
Sen bunu seçtin, işine de yaradı ve onu hep sakladın. 

Buradasın işte, karşımda,
biliyordum böyle olacağını, tek kelime etmeden beni suçlayacağını,
tek kelime etmeden beni suçlamak için karşımda dikileceğini,
ve senin için üzülüyorum, merhamet duyuyorum sana, eski bir kelime, olsun, merhamet duyuyorum.
ve korkuyorum, ve endişeleniyorum,
içimdeki öfkeye rağmen, başına kötü bir şey gelmemesini diliyorum
daha şimdiden pişmanım
(daha gitmedin bile)
sana bugün yaptığım kötülüğe kahrediyorum.

Buradasın,
boğuyorsun beni,
boğuyorsun bizi,
sana bakıyorum, şimdi, çocukken korktuğumdan daha fazla korkuyorum senin için;
ve kendime, kendimden pişman olmam için bir neden olmadığını söylüyorum,
kendimin, hayatımın güzel olduğunu, huzurlu olduğunu,
ama neredeyse salya sümük ağladığım için salağın teki olduğumu,
ama sen,
sessiz, hem de ne sessiz,
nasıl candan, melek gibi,
bekliyorsun, nasıl alev aldığımı hayal bile edemediğim o içinde yanan sonsuz kedere sımsıkı sarınmış, bekliyorsun.
Ben hiçbir şeyim,
benim hakkım yok,
ve sen bizi yine terk edince, sen beni bırakınca, daha da hiç olacağım,
olduğum yerde kalıp, söylediğim sözlere pişman olacağım,
neler çıktı ağzımdan, bir bir hatırlamaya çalışacağım,
daha da hiç,
hınçla baş başa kalacağım,
kendime duyduğum hınçla, baş başa.


LOUIS

Aklımdan avazım çıktığı kadar bağırmak geçiyor,
bütün vadiyi inletecek bir çığlık atmak,
kendime bu zevki yaşatmam gerek,
bir kere avazım çıktığı kadar bağırmam gerek,
ama yapamıyorum,
yapmadım.
Çakılların üstünde adımlarımın sesi, yola koyuluyorum.

İşte böyle boşvermeler, benim, asıl pişman olduğum.

23 Mayıs 2016 Pazartesi

Bir İç Ses'in Hatıra Defteri (1)

1- "Bazı kadınlar, Starbucks kahveleri gibi. Bazı kadınlarla takılmak, Starbucks'da kahve içmek gibi."

**
2-
 "Bana hiçbir şeye inanmadığımı söyledi. Oysa ki ben, kendimi inanmayan biri olarak görmüyorum. Ben kendimi inanmayan biri olarak değil, inanmak isteyen, inanmaya ihtiyaç duyan ancak neye inanacağını bilmeyen biri olarak görüyorum."

**

3-"Sinema okuyan korkunç bir nesil yetişiyor. Sinema okulları okumayan, izlemeyen, izlediğinden anlamayan insanlarla dolu. Marjinal giyinmek ve marjinal mekanlara gitmek dışında okuduğu bölümle ilgisi olmayan insanlar var. Peki onlar neden sinema okuyor? Çünkü sanat çevresine yakın olmak, onlara sinemadan daha çekici geliyor. Sinema okullarına girmek için sinemayı gerçekten sevmek ve istemek şart koşulmalı, yoksa böylesi beni hem üzüyor hem de üzdüğü kadar sinirlendiriyor."

**

4-"Eğer entelektüel bir çevrede büyümeyen bir insansanız, sahte entelektüelliğe bürünmemek için dikkatli olmanız gerekir. Eğer entelektüel bir çevrede büyümeyen bir insansanız, daha dikkatli olmanız gereken şeyler vardır. Bir sanatçının nasıl telaffuz edileceğini iyi bilmeniz gerekir. Eğer nasıl telaffuz edileceğini bilmiyorsanız, dahil olduğunuz entelektüel toplulukta o ismin nasıl telaffuz edildiğini söyleyerek sizden daha entelektüel olduğunu kanıtlamak isteyen birileri daima olacaktır."

**

5- "Porno sitelerinin hala parayla üyelik istemesini bir türlü anlayamıyorum. Hepimizin hemen hemen her sosyal medya sitesinde bir hesabı var ve bu hesaplarda hepimiz mastürbasyon yapıyoruz zaten.."

7 Mayıs 2016 Cumartesi

Uzak Diyarlardan, En Yakınınızdan Bir Mektup..

Merhaba, Açelya. Sana bu satırları, beni tıktıkları yerden yazıyorum. Üzerime geçirdikleri beyaz bir önlüğün çıkartılmasıyla, biraz zor da olsa sana yeniden yazmanın büyük heyecanıyla birlikte tüm kelime hazinemi kaybettim, bu yüzden kurduğum tüm cümlelerin anlamsızlığı adına şimdiden özür dilerim. Kuracağım cümleler anlamsız bile olsa bu cümleleri sana kuruyor olmam, anlamsız olsa bile anlam yüklemez mi? Bana soracak olursan, bu hayatta hiçbir şeyin anlamı yok senden başka. Ve hiçbir cümlenin de anlamı yok, senin kurduğun veya sana kurduğum cümlelerin dışında. Hayatın anlamı olsaydı, bu kesinlikle sen olurdun ama hayatın bir anlamı yok. Evet Açelya, sana rağmen hayatın bir anlamı yok.

İstediğim kalem ve kağıt biraz geç geldiği için sana yazacaklarımı düşünmem için biraz zamanım oldu. Sana buradaki yemeklerden bahsetmek istiyorum. Bok gibi, verdikleri yemeklerin hiç tadı yok. Pek emin değilim ama içine bir şeyler kattıklarından şüpheleniyorum. Burası çok büyük ve aslında çok güzel. Ama buranın güzelliğini yaşayabilmek için belli bir kıyafetin olmalı. Çünkü gördüğüm kadarıyla takım elbiseli, birbirinin aynısını giyinen, aynada saçını düzelten, ayakkabısıyla üzerindeki hırkayı aynı renkte olmasına özen gösteren insanlar buranın güzelliğinin tadına varabiliyor. Ben ve benim gibi olanlar için burası tam bir cehennem. Cehennem sanki düşünenler için var. Keşke ben de düşünmeden edebilseydim. Ah, Açelya. Buradaki insanları görmeni ne kadar çok isterdim, hiçbir şey düşündükleri yok. Ne kadar da kendilerinden eminler, ne kadar da önemsiyor kendilerini. Onların sordukları sorulara verdiğim cevaplar dışında anlattıklarımla ilgilenmiyorlar. Onların ilgilendikleri, yalnızca kendileri ve kendilerinin duymak istedikleri. Biliyor musun Açelya, onlardan bu kadar nefret ederken bir yandan da onlar gibi olabilmenin hayallerini kuruyorum. Kızma bana, sakın kızma! Ben değişmedim, seni temin ederim ki hala tanıdığın Devrim'im. Merak etme burası beni hiç değiştirmedi, değiştiremeyecek de. Sadece onlar gibi olsaydım, belki burasını daha çok sevebilirdim. Hem burası cehennem olmazdı hem ben de sen ve sana yazmak dışında yaşadığımı hissedebilirdim. Yaşamak ile yaşadığını hissetmek aynı şeyler değil. Sahiden Açelya, insanın yaşadığını hissetmesi nasıl bir şeydi kim bilir? Senin gözlerinin içine bakıp, elini tutsam ve kalemimi tuttuğum sol elimle yüzünün sağ tarafına dokunsam. Yavaş yavaş gözlerimi hiç ayırmadan eğerek başımı, dudağımı dudağına getirsem ve bir öpücük kondursam dudağına. Belki hissederdim böylelikle yaşadığımı. Ah Açelya, yaşayan birinin yaşadığını hissedememesi ne garip ne kötü bir şey bilemezsin. Ben yaşıyorum. Peki ya ruhum? Ruhum mu yaşadığını hissetmiyor yoksa ben mi ruhumu hissetmiyorum? Yaşamak nasıl bir şey Açelya, seni sevmek gibi bir şey olsa gerek.

İnsanlar çok konuşuyor burada ve ben bu durumdan çok sıkılıyorum. Yeni bir dil arıyorum kendime, susarak anlaşabileceğimiz bir dil. Düşünsene Açelya, sana bakıyorum ve senin ne dediğini anlıyorum. Böyle bir şey mümkün olabilir mi sence? Konuşmak zorunda kalmasak, keşke duygularımızı ve düşüncelerimizi belli bir sınırdaki kelimeler içine sıkıştırmayıp susarak anlaşabilsek, ah ne güzel olurdu kim bilir. Ben de burada çok konuşuyorum. Neden mi? Çünkü benim sessizlik dilimden henüz haberleri yok ve onlar benim bildiğim bu yabancı dili bilmediği için onların anlayabildiği dilden konuşmak zorundayım. Onlar gibi olmaya çalışıyorum, onlara benzemediğim ortaya çıkmasın diye en az onlar kadar konuşmak ve bu kadar çok konuşurken konuşmalarımı özenle seçme mecburiyetindeyim. Bu mecburiyetin adına, bir isim takmışlardı ama adı aklıma gelmiyor. Burada bir çocukla tanıştım. İsmi Aytuğ, bu dünyayı değiştirebileceğine inanıyor ve gitar çalıyor. Gülşah adında birini sevdiğini söyledi bana. Ama Gülşah'ın bu sevgiden haberi yokmuş. Çünkü Aytuğ korkuyormuş. Gülşah'ın, onu sevmemesinden, onunla dalga geçmesinden, sevginin kepaze edilmesinden. Aytuğ'a göre onun etrafındaki erkekler gibi olmamasıymış bu korkusunun nedeni. Ama bence insan korkmamalı. İnsan neden korkar ki sevdiğini söylemekten? Burası böyle bir yer miydi? İnsanı, sevdiğine sevdiğini bile söylemekten korkutuyor muydu? Ah Açelya, seni sevdiğimi sana söylemekten neden korkayım? Beni sevmeyecek olmandan endişe etmem bile seni seviyor olmayı senden bir karşılık beklediğim için yaptığım anlamına gelmez miydi? Oysa ki, ben burada yaptığım her şeyi karşılık beklemeden, gerçek bir şekilde yapmak istiyorum. Karşılık beklenmeden yapılan her şey, gerçektir. Ve burada ne kadar az gerçek şey var, ah bir bilsen..

Buraya alışmaya çalışıyorum, beni sakın merak etme, ben iyiyim. Onlar gibi olamayacak olsam bile, onlar gibi hayatım olmayacak olsa bile, onlar kadar mutlu olamayacak olsam bile en azından onlar kadar sahte, onlar kadar gösteriş meraklısı, onlar kadar yalancı olmayacağım. Seni temin ederim ki, anlamsız bir hayatım olacak ama Starbucks denen yerden söylenmiş bir kahve gibi bir hayatım da olmayacak. Lüks evlerin, pahalı arabaların veya buradaki insanların peşinden koştuğu hiçbir şeyin peşinden koşmayacağım. Tutkularım, hayallerim ve kendi isteklerimin peşinden koşacağım. Açelya, ben senin peşinden koşacağım, sana söz veriyorum. Biliyor musun Açelya, benim buradaki adım "deli". Bana "deli" diyorlar, senin gerçekte olmadığını düşünüyorlar. Söyle Açelya, gerçekte var olduğunu söyle. Söyle bana neler hissettirdiğini, neler yaşattığını hepsini söyle onlara. Eğer Açelya, sen yoksan bende yarattığın bu acı ve bende oluşan bu boşluk neden var? Açelya, "Dünya" dedikleri bu tımarhaneden kurtar beni.

Seni seviyorum.

Seni seviyorum Açelya!



Uzak diyarlardan, en yakınınızdan.. 
Devrim. 
Açelya'nın Devrim'i..